Şiirin ve şairin özgürlük sınavı

Abone Ol

    Öğrenme sürecinde etkili olan “taklit” mekanizması, hayatın her yönünde olduğu gibi şiirde de kendini gösterirken, buna bağlı olarak özellikle usta- çırak ilişkisinin ortaya çıkmasını da beraberinde getirmektedir.

   Dünyaya gözlerini açan birey hayatı etrafındakileri taklit ederek, bir başka deyişle usta olarak görerek hayatı anlamlandırmaya çalışır. Çocukların anne, babalarına “Bu ne demek?” şeklinde sorular yöneltmesi, onların yaptıklarını taklit etmesi bunun en önemli örneğidir.

  Taklit ve gözlem yoluyla öğrenme, Sosyal Öğrenme Kuramı içerisinde kendisine detaylı bir şekilde yer bulmaktadır.

   Sosyal Öğrenme Kuramı, ilk olarak Julian Rotter tarafından 1947 yılında ortaya atılmıştır ancak bu Kurama en büyük katkı Albert Bandura ile yapılmıştır.

   Bandura, kişilerin davranışlarını başkalarının davranışlarını gözlemleyerek, taklit ederek, model alarak ve tüm bunları deneyimleyerek öğrendiğini savunmuştur. Başka bir deyişle, insan, sosyal hayat içerisinde gözlemler yapıp taklit yoluna giderek öğrenmeyi gerçekleştirmektedir.

   Bandura’nın Sosyal Öğrenme Kuramı’nda gözlem ve taklit yapma, model alma, içsel taklitte bulunma, ödüllendirme ile ceza yoluyla yükletici gibi kavramlar kendine yer bulmaktadır.

   Tüm bunlar, insanın sosyal yaşamı içerisinde çevresindekileri taklit ederek, gözlemleyerek öğrendiğini göstermektedir.

   Zanaat bağlamında düşündüğümüzde ise bir çırağın mesleği öğrenebilmek için ustasının aletleri nasıl tuttuğuna, sorunlara nasıl çözüm bulduğuna bakarak bunu uygulama sırasında taklit ederek ustalaşmaya çalışır.

   Konuya Türk(çe) şiiri açısından yaklaştığımızda halk edebiyatı geleneğinde görülen usta- çırak ilişkisinin günümüzde otorite sorunsalına ve şairin özgürlüğünün kısıtlanmasına yol açtığını düşünüyorum.

   Bir şairin veya yazarın bilinirlik kazanmasına ütopik bir bakış açısıyla yaklaştığımızda edebiyata yenilik katan kişilerin hem okur hem eleştirmen hem de edebiyat ortamı tarafından onaylanması ve anılması gerekmektedir.

   Günümüz koşullarına göre düşündüğümüzde ise genellikle bir şair veya yazar ne kadar yenilikçi ve edebiyata katkı sunan bir yazma eyleminde bulunsa da edebiyat ortamında kanon haline gelmiş kişilerin onayına, edebiyat dergilerinin inisiyatifine ihtiyaç duymaktadır. Bu durum da şairin özgürlüğünün olmadığını düşündürmektedir.

Şairlerdeki özgürlükçü bakış açısının şiire yansıması

    Edebiyata yenilik getiren şairler üzerinde durduğumuzda genellikle “özgürlükçü” bir bakış açısına sahip olan şairlerin, şiirde de özgürlüğü savunduğunu görmekteyiz.

    Özgürlüğü savunan bir şair olarak Nâzım Hikmet’i örnek olarak gösterdiğimizde Türk(çe) şiire yenilik getiren bir isimle karşılaşmaktayız.

   Nâzım Hikmet, öncelikle serbest ölçüyü kullanmış, müzikaliteye ve anlatılan olaya bağlı olarak dizeleri kesip alt alta sıralama yolunu seçmiş, sinematografik unsurlara yer vermiş, fütürist (gelecekçilik) akımı Türk(çe) şiirine getirmiştir.

   Yenilik denilince akla ilk gelen isimlerden bir diğeri ise Orhan Veli Kanık’tır. Orhan Veli, ruhundaki özgürlükçü yanını Türk(çe) edebiyatında putları yıkan bir eyleme dönüştürmüştür.

   1940’lı yıllarda görülen Garip akımıyla şiirin beslendiği tüm unsurlara şüpheyle bakılmış, Garip akımının en büyük öncüsü olan Orhan Veli, o dönem şiir yazmaya başlayan kişilerin mevcut şiir diline göre kendini gerçekleştirmeye çalıştığına ancak bu şiir dilini sorgulamadığına işaret eder.

   Orhan Veli, arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le birlikte “Garip” adlı bir şiir kitabı çıkarmış, Garip’in ön sözünü de kendisi yazmıştır.

   Orhan Veli, bu önsözde kafiyeye, ölçüye, edebi sanatlara, sanatlar arasılığa karşı çıkmış, şiiri şairanelikten kurtararak sokaktaki insanın dünyasına getirmiştir.

   Garip akımının tam tersini savunan ve bir anlamda da bu akıma tepki olarak doğmuş olan İkinci Yeni akımının öncüleri arasında yer alan Cemal Süreya ve Turgut Uyar gibi şairler de özgürlükçü bakış açılarını savunan şairler de şiirlerinde özgürlükçü bir tavır sergilemiştir.

    Cemal Süreya’nın Folklor Şiire Düşman yazısıyla halk şiirinin kalıplarının şiirde kullanılmaması gerektiğini dile getirmesi, Turgut Uyar’ın Efendimiz Acemilik yazısıyla ustalaşmaya olumsuz, yeni deneylerle sürekli acemi kalmaya iyimser yaklaşması söz konusu şairlerin özgürlük kısıtlayıcı unsurlara bir başkaldırısı olarak düşünülebilir. 

     Hayatının uzun bir kısmını hapishanelerde geçiren ve özgürlükçü bir ideoloji benimseyen Yılmaz Odabaşı da hem şiirlerinde hem söyleşilerinde hem de edebiyatta özgürlüğü savunmuştur.

   Odabaşı, Evrensel Kültür dergisinin “Bir Soruşturma Yanıtı” adlı söyleşisinde genç şair hakkında şu cümleleri kurmuştur:

   "Kendine güvenmesi gereken genç şair, şiirini kimselere onaylatmak zorunda değildir. Futbol takımları gibi paslaşmalar, üstatların eteklerine tutunmalar bir şaire yakışmaz ve kimseyi de şair yapmaz... "

 

Şiirlerde özgürlük kavramından izler

 

“Hoş geldin kadınım benim hoş geldin

ayağını bastın odama

kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi

güldün,

güller açıldı penceremin demirlerinde

ağladın,

avuçlarıma döküldü inciler

gönlüm gibi zengin

hürriyet gibi aydınlık oldu odam...”

   Yukarıda Nâzım Hikmet’ten verilen şiir incelendiğinde,   özgürlüğü savunan toplumcu gerçekçi bir şairin bireysel şiirlerinde bile özgürlüğe yer verdiği göze çarpmaktadır.

   Şair, bu dizelerde sevgilisine kavuşma durumunun verdiği mutluluğu şiirsel bir dille ifade ederken, “Ayağını bastın odama… / hürriyet gibi aydınlık oldu odam” dizelerine de yer vermektedir.

   Burada, odanın hürriyet gibi aydınlık bir şekil alması, şairin sevgilisine kavuşmasının verdiği mutluluğun şiirsel bir ifadesidir.  

“Bedava yaşıyoruz, bedava;

Hava bedava, bulut bedava;

Dere tepe bedava;

Yağmur çamur bedava;

Otomobillerin dışı,

Sinemaların kapısı,

Camekanlar bedava;

Peynir ekmek değil ama

Acı su bedava;

Kelle fiyatına hürriyet,

Esirlik bedava;

Bedava yaşıyoruz, bedava.”

   Orhan Veli Kanık’ın özgürlük kavramına ironik yaklaştığı Bedava isimli şiirine göz attığımızda, hürriyetin/ özgürlüğün kelle fiyatına olduğu, her şeyin parayla olmasına rağmen olumsuz şeylerin bedava olduğunu görürüz.

   Hava, bulut, dere tepe gibi doğaya ait unsurlar; yağmur çamur gibi olumsuz durumlar; otomobillerin dışı, sinemaların kapısı, camekanlar, acı su ve özellikle de esirliğin bedava olduğu dile getirir.

“Tek Yasak

Özgürlüğün geldiği gün

O gün ölmek yasak!”  

 

   Cemal Süreya’nın en kısa şiirlerinden birisi olan Tek Yasak’ta “Özgürlüğün geldiği günün ölmek için yasak olduğu” dile getirilir.

   Bu şiire derin yapıda bakıldığında “Özgürlüğün geldiği gün” dizesinin kullanılması, mevcut durumda özgürlüğün olmadığı anlamına gelmektedir.

Şairin, hayatta uyulması gereken tek yasak olarak özgürlüğün olduğu bir ortamda ölmeyi kabul etmesi onun özgürlükçü bakış açısının şiire yansıması olarak değerlendirilebilir.

   Tüm bu unsurları düşündüğümüzde insanın dünyaya gözünü açmasıyla başlayan taklit etme, gözlem yapma içgüdüsünün kendini gösterdiği söylenebilir. Bu içgüdü usta- çırak ilişkisini halk şiirinde kurumsallaştırdığını ancak günümüzde ise otorite sorunsalına yol açtığını düşünüyorum.

   Oysa bir şairin hiçbir otoriteye başvurmadan, kendini şiirini yaratması ve varoluşunu gerçekleştirmesi gerekmektedir.

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }