Şiddetin bu kadar normalleştirildiği, kanıksandığı bir ortamda her şey olur…

Abone Ol

   Şiddeti, kavgayı hiç sevmedim… Hayatımın hiçbir evresinde ve anında şiddetin olmadığını, hayatım boyunca kimseye bir tokat veya bir yumruk atmadığımı söylersem inanır mısınız?

   Evet yapmadım… Yapamadığımdan değil, yapmak istemediğimden, hayat felsefemde şiddete yer olmadığından dolayı böyledir.

   Gençlik yıllarımda, bulunduğum bir ortamda bir arkadaşım birisiyle kavgaya tutuştu, bu kavgayı ayırmaya çalışırken arkadaşımı tuttum, diğer kişi arkadaşıma yumruk attı, burnunu patlattı.

   Arkadaşım bana kızdı, “Hade kavga etmiyorsun, hiç olmazsa beni engelleme, bak beni tutup savunmasız hale getirdin adam yüzüme yumruk attı. Bundan sonra kavga ayırırken karşı tarafı tutup engelle” demişti.

    Kavgayı bilmezdim ki ben, öğrenmek de istemedim, ihtiyaç da hissetmedim…

    Bir arkadaşım en azında karşıdan yumruk veya tekme gelirse kendimi nasıl korumam gerektiğini ısrarla öğretmişti bana ama inanır mısınız 55 yaşındayım, henüz böyle bir şeye ihtiyacım olmadı…  

   Uzun yıllar önce, yine gençlik yıllarımda bizim köyün takımı, komşu köyün takımıyla maç yaparken kavga çıkmıştı, iki köyün futbolcuları, taraftarları, birbiriyle arkadaş, akraba iki köy halkı birbirine girmiş, acımasızca birbirine vuruyordu. İnanılmaz bir durum yaşanmıştı, akıl alır gibi değildi…

   Ben ve bir arkadaşım ise kavgayı ayırmak için uğraş verdik, bağıra çağıra yapılanın yanlış olduğunu anlatmaya çalıştık. Ne ilginçtir ki iki tarafın da tepkisini çektik, neden kavgayı ayırmaya çalışıyoruz diye.

   Hatta köye geldiğimizde tek kişiye bile vurmayan yalnızca kavgayı ayıran ben ve diğer arkadaşım kınandık, suçlandık, neden biz de vurmadık, birilerini darp etmedik diye… Birlikteliğe zarar vermişiz.

   Birisi “Erkek misiniz siz?” diye bağırdı bize… İşte şifre bu… “Erkek”, “erkeklik”, erkekliğe yüklenen anlam…  Vay yahu, şiddet yanlısı değilsen erkek değilsin ha? E öyle öretilmiş bir kere…

   Erkeklik şiddetle eşdeğer tutuluyor, şiddete meyilli değilsen erkek değilsin. Erkek dediğin horozlanacak, bağıracak, çağıracak, kavgaya girecek, birilerine vuracak, darp edecek, kaba güçle karşısındakini korkutacak. Başka türlü erkek olunmuyor…

    Gücünün yettiğine şiddet uygulamak, mesela kadına vurmak, darp etmek erkekliktir ha?

    Böyle şeyler yeni değildir, yalnızca Türk kültüründe değil, Kıbrıs Türk kültüründe de erkekliğe yüklenen şiddet eylemi var. Kıbrıslı Türklerde de eşini döven, darp eden kişiler var, geçmişte de vardı. Ta çocukluk, gençlik yıllarımda böyle olaylara tanık oldum…

    Hade bir olay daha anlatayım size; 1996 yılında Yenidüzen Gazetesi’nde çalışırken bir olaydan dolayı, otomobile doluşmuş beş kişi beni dövmeye gazeteye geldi. Tümü de Kıbrıslı Türktü… Gazetedeki arkadaşlara, “Siz bekleyin karışmayın” dedim dışarıya çıktım.

    Beni dövmeye gelenler öfkeliydiler, “Niye geldiniz, beni mi döveceksiniz? Bakın arkadaşlarım içeride, karışmayacaklar, size karşılık vermeyeceğim, hade beni dövün. Beni dövseniz de öldürseniz de fikrim değişmeyecek, bu yaptığınız hiçbir işe yaramayacak. Üstelik de utanmadan beş kişi geldiniz, hade vurun vana” dedim. Küfürler yağdırıp gittiler…

     Elbette şiddetten kaçmak, şiddete uğramayacağınız anlamına gelmez. Mesleğimiz nedeniyle bize tepki koyup, bizi tartaklayan, bize saldıran, tehdit eden kişiler oldu tabii ki… Ancak ben yine de hep şiddetten ve beladan uzak durmaya çalıştım…

    Eskiden şiddet yok muydu? Vardı… Ta çocukluk, gençlik yıllarımda yaşadığım bu olayları o nedenle anlattım. Kıbrıslı Türkler arasında da şiddet vardı. Peki artış gösteriyor mu? Evet, hem de çok…

    Zaten gazetelerdeki mahkeme haberlerine bakın, şiddet olayları oldukça fazla… Korku verici boyutta…

    Kız arkadaşına baktı ya da kişilere yan baktı diye çıkan kavgalar, darplar var. Trafikte yanlış yapanı uyardığında dayak yiyenler var. Adeta çok sayıda insan kavga etmek için mahana arıyor.

    Üstelik tabanca veya bıçak çekenler de çok…

    Maalesef dizi filmler, sinema filmleri şiddeti kutsuyor, kahramanlık adı altında karşıdakini dövmek, onu vurmak, öldürmek normalleştiriliyor. Tabancanın, vurmanın, tehdidin, öldürmenin, intiharın olmadığı dizi yok adeta.

    Kurgu ya da doğal, dizi filinden tutun da yarışma programlarına, siyasi tartışma programlarına hatta spor programlarına kadar kavga girmiş durumda. Birbirine sürekli bağıran, birbirini tehdit eden, baskın çıkanın diğerini sindirdiği korkunç şeyler TV şovu ya da TV programı diye insanlara enjekte ediliyor.

    Futbol maçları, maç öncesinde, o anda ve sonrasında hep bir kavga kültürü üzerinden ele alınıyor.

    Televizyon kanallarının ana haber bültenleri, şiddetten geçilmiyor; öldürmenin her çeşidi adeta teşhir ediliyor, bağırma çağırma, kavga, cinayet, taciz, tecavüz haberleri insanı sersem ediyor, hayattan soğutuyor ama izleyici tarafından bunun alıcısının olması, bu kanalların bunları çoğaltarak sunmasına neden oluyor.

     Türkiye’de Ankaragücü- Rizespor maçı sonrası Ankaragücü Başkanının hakem Halil Umut Meler’i darp etmesi, çok kötü bir olay ama şaşılacak bir durum değil. Bu olayı çağıran başka olaylar silsilesi var… Şiddet her tarafta, hatta Halil Umut Meler’in uğradığı şiddetten fazlasına uğrayan, canıyla ödeyenler var.

    Şiddetin bu kadar normalleştirildiği, kanıksandığı, cinayet işleyenlerin bile birkaç yıl yatıp tekrar halkın içine karıştığı bir ortamda hakem dövülmesi veya taraftarların birbirine girmesi şaşılacak bir durum mudur? Değil tabii ki…

   Halil Umut Meler olayına bakıyorum da kendileri şiddeti çağıran, konuşmalarıyla buna çanak tutanlar, şimdi olayı kınıyor, suçlu arıyor. Suçlular arasında kendileri de var ve bunu göremiyorlar bile. Türkiye’de yaratılan “takım taraftarı gazeteci/ takım taraftarı köşe yazarı/ takım taraftarı program yapımcısı” ucube anlayışı inanılmaz kötü bir durum. Yapılan gazetecilik değil adeta amigoluktur. Başka takımları rakip görme, tahrik etme ve hedef gösterme üzerine bir gazetecilik olabilir mi? Oluyor işte… Olunca da işte ortaya böyle şeyler çıkıyor. Sonra da bunlar suçlu arıyor.

    Kıbrıs’ta da eskiden beri şiddet olayları vardı ama şimdilerde Türkiye dizileri, filmleri, spor programları, medyasının buraya yansımaları nedeniyle şiddet ülkemizde hem çeşitleniyor hem de artıyor.

   Ülkemizdeki yabancıların da yarattığı şiddet olayları var. Ne ilginçtir ki aynı ülkeden gelen yabancılar birbirlerine şiddet uyguluyor, kendi aralarında kavga ediyor, cinayet işliyor ama bunun gittikçe tüm topluma yayılmaya başladığını da gözlemliyoruz.

     Türkiye’de şiddetin gittikçe artması ve Kıbrıs’a da yansımalarının olması, yabancıların yarattığı şiddet olaylarının artması, tabii ki şiddet olaylarını daha çok görmemiz, hissetmemize neden oluyor. Denetimin, devlet otoritesinin de olmadığı ülkemizde tabii ki şiddete meyilli kişiler daha fazla yüz buluyor.

     “Şiddete karşı tedbirler artırılsın” diyeceğiz de yeni ve eskisiyle cezaevlerimiz dolu olduğu için sürekli olarak şartlı tahliye kararı çıkıyor. Ne acıdır ki şartlı tahliye, cinayet işleyenleri de kapsıyor. Yargının kestiği cezayı düşürüp, çoğunluğu devletin atadığı memurların oluşturduğu, siyasi nitelikli kişilerden oluşan kurul, “şartlı tahliye” diye kişileri serbest bırakıyor. Cinayete bir tür af getiren zihniyetin olduğu yerde şiddetle mücadele edileceğini umut etmek saflık olur. Kadınlara karşı şiddet konusunda devletin yetersizliği de “şiddet” konusunda ciddi bir mücadele gerektiğini ortaya koyuyor…

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }