Okullar ve yeni ders yılına doğru

Abone Ol

   Öğretmenlik yaptığım dönemlerden biliyorum. Hiçbir devrede okullar yeni ders yılına “eksiksiz” başlamadılar..

   Az ya da çok fakat mutlaka eksiklikler oldu çünkü bizatihi “eğitim öğrenimin” kendi özelliklerinden kaynaklı kaçınılmazlıklarıydı!

   MESELA öğretmen eksiklikleri veya atamalarda yaşanan sorunlar ya da kalabalık sınıflara karşın her zaman yetersiz kalan derslikler. Atanıp da zamanında görevine başlayamayan öğretmen eksiklikleri gibi…  

   PEK çoğu da parasal giderleri gerektiren sorunlardı ki “züğürt ağanın okulu” da zaten farklı olamazdı.

   Yanılmıyorsam bizde okul binalarının tamiratları ile yetersiz öğretmen sayısı ve artık daha sık yaşanan kalabalık sınıflar sorunudur  ki eğitimin kalbine asıl bıçağı saplayanı da bu “kalabalık sınıflar” sorunu olmalıdır.  

   YERİ GELDİ bu konuda geçmişte de sık sık örneklediğim bir anımı anlatayım. Ki bana da Allah rahmet eylesin Şemi hoca anlattıydı.. Biraz hikâyemsi olsa da ne zaman “eğitim ve sorunları” söz konusu olsa ben de anlatırım çünkü durmuş, oturmuş, eğitim sistemleri için tipik bir örnek teşkil eder...

   RAHMETLİK ŞEMİ Hoca’nın kızlarından biri Avusturyalı bir subay ile evliydi ve Avusturya’da ikamet ediyorlardı ki hoca  ziyaretlerine gitmişti.                                                                                                          

   Bir gün bir halk parkında dolanırlarken ilkokul öğrencilerinden oluşan  bir kafile de gelir söz konusu  parka.

   Tabii öğretmen olan Şemi Hoca’nın ilgisini  çeker. Fakat asıl dikkatinden kaçmayan sınıflara göre ayrılmış  küçük öğrenci gruplarının bazılarının başında iki öğretmen olduğudur. Merak eder yaklaşır ve söz konusu öğretmenlerden birine kızının da yardımıyla “kendisinin de öğretmen olduğunu, Kıbrıs’tan kızının ziyaretine geldiğini” anlatır ve “neden bazı öğrenci gruplarının başında iki öğretmenin bulunduğunu merak ettiğini”  söyler.

   AVUSTURYALI öğretmen “fazlalığın” nedenini şöyle izah eder:

   “Bizde” der, “Sınıflar 15 kişiliktir. Ve her 15 öğrenciye bir öğretmen tayin edilir. Fakat sınıfa fazladan tek bir öğrenci daha katılmış olsa 15 öğrenci kontenjanı aşılmış olduğundan otomatik olarak devlet bir öğretmen daha tayin eder…”

   ŞEMİ hoca bu olayı anlatır hatta bu düzenlemeye benim gibi o da inanmakta zorlandığını özellikle söylerdi ama sonuçta söz konusu olan mesela Avusturya’daki “eğitim öğrenim sistemiydi” ki öğrenci sayısı 15+1 fazla  oldu mu otomatik olarak yeni bir  öğretmen ataması  yapılırdı.. (Tabii şimdilerde sistemlerinde nasıl değişikliklerin olduğunu bilemiyorum.)                                                                                                                                                                                                              ***

   TABİİ OLAY yıllar  öncesine ait bir hatıradır. Şimdilerde süratle değişmekte olan dünyamızda yine böyle bonkörce eğitim öğrenim düzenleri var mı yok mu bilmiyorum ama bizim gibi her ders yılında okullar açılırken öğretmen eksikliklerinden okulların gerekli olan tamiratlarına, artı yakında kıyameti kopacak öğrenci taşımacılığına kadar onlarca sorunun kaynaştığı gerçeklerde; anlatmaya çalıştığım ibretlik bir “sistem” uygulaması olmalı.

   Ki bize yönelik temennide “en  azından zamanında öğretmen atamaları bile yapılsa yeterlidir” diyebiliriz!

                                                                                        

***

   TABİİ İTİRAF edelim ama. Kalkınmış ülkelerde devlet bütçelerinin büyük payı “eğitime harcanır.”

   Nitekim bir devrelerde henüz kıyameti koparmadığı, Türkiye’yi yerin dibine batırmak için darbe girişiminde bulunmadığı Fethullah Gülen zındığının buradaki müritleri tarafından T.C.’ye davetli götürülenler hatırlayacaklardır mesela “Fatih Lisesi’nde” fen bölümündeki dersliklerde hemen her öğrencinin masasında mikroskop ya da benzer fen aletleri  vardı.

   O yıllar için lüks ve pahalı sayılsa  da “eğitim öğrenim yönünden bu donanım devrimdi.” Ki hemen hemen Gülen’in  tüm okulları öylesi eğitim araç gereçleriyle doluydu..

   ŞİMDİ GELİN bir de bizim okullara bakın. Eğer öğrenciler kendi ailelerinin parasal gelirlerine uygunluğunca eğitimlerinin ihtiyaçlarına yönelik araç gereçleriyle ötesi kitap kırtasiyeyi satın alabilmişlerse gazidirler!

   Yoksa yılların eğitim öğrenim tezgâhında dirsek çürütürken çoğu zaman bir mikroskobun adesesinden  bir sineğe  bile bakacak imkânı bulamazlar…                                                                                                                                                

***

   Kİ BU ÜLKEDE eğitimde asıl büyük sorun öğrencilerin “ezber üzerine kurulmuş bir sisteminin hizmetçileri durumuna düşürülmüş olmalarıdır!”                                                                                              

   BİLGİ öğrenilmez ezberlenir. Sınavlarda kullanılır ve sonra unutulur. Şöyle ki sanki hiç öğrenim görmemişçesine ve üstelik öğrenime kaşıntılı alerjiyle mezun olunur okullardan.                                         

   FECİ bir  tecellidir!.. Nitekim okullardan mezun olan öğrenciler kitap okumayı sevmezler.                     

   TABİİ ki cep telefonlarından  istedikleri anda istedikleri bilgiye ulaşırlar ama öğrenmek için değil, kullanmak için! Ki her defasında da o kullandıklarının tekrarlarına bakarlar!  

   KALDI ki asıl sorun bizatihi bilginin sağladığı sonucu ezberlemek değildir, o bilgiyi kıyaslayarak, yararlı olması için kullanılacak hale getirmek, analizini yaparken sonrasında senteze varacak beyinsel doluluğa ulaşmaktır.

   Doğrusu okullarımızda “ezberlemelerden” kurtulamayan dolayısıyla “kıyaslamayı” yapamayan  kısaca senteze  varamayan öğrencilerimizin ne kadar bilgili yetiştikleri tartışmalıdır.  

    

                                                                          ***

   KISACA TAKILDIĞIM: (MAĞUSA’DAKİ BM’LERE AİT KAMP VE YERİ)

 

   Yıllardır Mağusa’da DAÜ’nün hemen yanında, ana kapısı Mustafa Kemal Atatürk Bulvarı’na açılan etrafı tellerle çevrili ve büyük bir alanı kaplayan BM askerlerinin ayni zamanda içindeki barakalardan oluşan lojmanlarının ve yanı başında bir de hastanelerinin  bulunduğu etrafı tellere çevrili kampın hâlâ faaliyette olup olmadığını bilmiyorum çünkü uzun süredir eskiden hemen her gün bazen iki üç defa başımızın üzerinden geçerek kamptaki özel alanına konan BM helikopterinden de ses seda çıkmıyor.  

   Kİ YILLARCA kendime dert etmiş, “Ya bu helikopter bir gün başımıza düşerse”  diye yazardım. Uzunca süredir helikopter sesi işitmiyoruz. Buna karşın “EVKAF malı” olan BM’ye ait kamp,  yerli yerinde duruyor.

   Geçmişte bir ara Sn. Kudret Özersay, buranın halk parkı haline getirilebileceğinin beyanlarında bulunduydu ama sonunu getirmedi.

OYSA eğer BM, askerleri bu kampı boşaltacaklarsa evet, Mağusa gerçekten de mükemmel bir “halk parkına” sahip olabilir. Eğer arazi atmacaların pençelerinden kurtarılabilinirse!                                                                                                                                                                                                                                            

***

   SADEDE geleyim: BM askeriyesinin Pile yolu nedeniyle yarattığı tatsızlığın ceremesini ödemesi isteniyorsa hem en isabetli hem de en faydalı karşı çıkışlardan biri sözünü ettiğim bu BM kampının en kısa sürede Mağusa halkının hizmetine “halk parkı ve yeşil alanı” olarak kazandırılması için devredilmesidir.

    Ki gitgide beton yığınına dönüşen kent insanları,  az biraz soluklanabilecekleri doğru dürüst bir parka sahip olsunlar.

   Sn. KUDRET Özersay’ın da bu vesile ile dikkatini çekerim. Hâlâ sözünün arkasındaysa bu BM kampının kaldırılmasını kendine dert edinir.

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }