Bu soruya cevap vermeden önce geriye dönüp aradan yarım asra yaklaşan bir süre geçtiğini hatırlamakta yarar vardır..
Buna karşılık Güney’deki Rumun da bu adada büyük artık hayal olması gereken “megali idea” içerikli nasıl bir çözüm umduğunu bilmek de mümkün değildir!
Çünkü Rumlara yönelik “bildiklerimizin hemen hepsi de “hastalıklı ve hayal mahsulü” oldukları için başta “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne” dönüş olmak üzere hiç birinin gerçekleşmesi şansı yoktur!
BUNU Rum tarafı dolayısıyla Yunanistan da bilir mi bilmiyorum..
Fakat bu nedenle Kuzey’de kendini yeniden yaratan “de fakto” yapılı Türk yönetimini daha çok sıkıştırıp, Türkiye’yi de direkt karşısına almak istemediğinden, sadece Türk tarafı için söz konusu olan “çözümsüzlük” üzerinde durmaktadır!
Sonuçta biz Kuzey’de “öyle geldi böyle gitsin” politikasının üzerine yatarken, Güney’deki Rum’un onca yılların geçişi içinde hâlâ nasıl bir zamanlama kolladığını tahmin etmek de mümkün değildir.. Ancak bu politikası ile bizim için boşuna geçen zamanları aleyhimize kullanarak, vaziyetleri idare etmekte olduğunu sanmaktadır çünkü Türkiye’ye rağmen daha beterini yapacak çapta değildir!
FAKAT nereye kadar? Çünkü bu politikası da yanlıştır ve resmen şizofrendir! Çünkü geçen zaman Türk tarafını yıpratmıyor, aksine adanın Kuzey’ine daha çok egemen oluyor.. Kökleşiyor kalıcılaşıyor ve kesinkes olası çözümü “iki ayrı bölge esasına” kilitlerken; Kuzey’in de yavaştan yavaştan bir dünya devleti olması çabalarının meyveleri olgunlaşmaya başlıyor!
Yani Rum tarafı bu davayı 1974’de kaybetti şimdi kaybedişinin üzerinde oluşan yeni siyasetlerle değişimlere boyun eğmekten öte tükenen çareleri yaşıyor ama fesi de yere vurmuyor! Nitekim artık kapıya dayanmış olan “son karar gününü” geciktirmekten öte kalmayan bu son çabalamaları ile çırpınıyor ama nafile
SİAYASİ sorunun artık gözlerimizin önünde cereyan eden bu bilindik sürecini niçin hatırlattım:
Çünkü: Rum’un bu yanlış ve tersine gidişinden yararlanamıyoruz! Çözümü istediğimiz gibi gerçekleştirecek son darbeyi vuramıyoruz.. Bu konuda politik taktikler geliştiremiyoruz..
DAHA doğrusu sorunun “siyasi cebelleşmelerini” Türkiye’ye havale ettik, biz de üzerine yatıp uyuyoruz! Canımız sıkıldığında da “ilaçlar yolsuzlukları” gibilerinden sorunlar yaratıp hop kalkıp hop oturuyoruz.
İŞTE BU HAVALARDA ayazlanırken bir süredir de CTP başkanı Sn. Erhürman’ın siyasi çözüm üzerine serdettiği görüşlerini… Bu konuda yapılması gerekenlere yönelik söylemlerini ve Sağ cenaha karşılık “Sol cenahın” daha somut alternatiflerini de ortalara serip savunduğunca, “Rumlarla yeni bir müzakere platformu oluşturulmasına yönelik önerilerini izliyorum..
BİR süre öncesine kadar bu “yeni müzakereler başlatılması” görüşlerine esip gürleyip yağmama karşın da şimdi şöyle düşünüyorum:
EN BÜYÜK sorunlarımızdan biri “siyasi tanınmamışlık” değil mi?
Tanınmayı gerçekleştirmek için yeniden müzakere masasına dönmemiz gerekmeyecek mi?
Buna karşın müzakerelere de yine bu çözümsüzlüğümüz dolayısıyla yarattığımız de-fakto durumumuzla başlayacak değil miyiz?
Sonuçta Rum tarafı bir kez daha “yıktığımızı iddia ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönmemizi” istemeyecek mi? BÖYLESİ bir gelişmede çözüm arayışlarına “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” iki ortağı olarak katılırken Türkiye ile Yunanistan’ı da garantörlerimiz olarak yanımıza alacak değil miyiz?
Yine de “neden öyle olsun” mu diyoruz? “Önce Kuzey’deki egemenliğimiz tanınsın” diye de diretiyor muyuz? Ki aradan elli yıl geçti.. Buna karşın:
TUTUN ki meşru hak ve hukukumuzu savunuyoruz gibi gözükmüş olsak da.. “Kıbrıs Cumhuriyetinin kaymağını yine de Güney yemiyor mu?”
ÇÜNKÜ Rum tarafı dünya alem tarafından “Kıbrıs Cumhuriyetinin” halâ meşru olduğunu savunuyor.. Bizse hâlâ “değildir” diyoruz ki aradan elli yıl geçti “meşru değildir” dediğimiz KC’nin kaymağını Rum yalamaya, sayesinde AB üyesi olmaya, BM’lerin üyesi olarak cart curt etmeye devam ederken…
MÜZAKERELER başlarsa karşısındaki Türk iddiası bizim de savunduğumuzca “hayır meşru” değildir siyasetinden başlayacak olan yeni siyasi arayışlar olacaktır ki bunların “Türk Rum iki egemen devlete evrilmesi tartışmalarına dönüşeceği” muhakkaktır..
Başarılırsa üzerine serilecek çarşafın “federasyon” mu yoksa “taksim” mi olacağı veya “Türk Rum iki Devlet esasını mı teşkil edeceği yine de söz konusu müzakere masasındaki tarafların tartışma ve görüşlerine bağlı olacak değil mi? Falan…
BUNLARA KARŞIN yine de sorma hakkımız mahfuzdur: Şöyle ki “ya yeniden başlatılacak müzakereler süreci boş ve kof çıkarsa!”
Eminim bizim cepheden bakıldığında töhmet altında kalacak olan yine Rum Yunan ikilisi olacaktır! Sonrası siyasi gelişmeleri “Kıbrıs politikamız” olarak kullanmak da bizim işimiz! “PEKİ Kıbrıs’taki Türk toplumuna ne kazandıracaktır bu sonu belirsiz, ayakları yere basmayan Türk Rum ve ilgili ülkeler müzakereleri?”
Aslında bazı “fikirler praktisi” niyetine yazdığım bu olasılıkları sonunda bu soruya vereceğimiz cevap içindi! Yani başta “siyasi tanınmışlık, kazanılan hak hukuk ve adadaki haklılığımız…”
Dahası artık Kıbrıs’ın Kuzeyinde bir Türk yönetimin tüm siyasi ve sosyoekonomik organları hatta dünyasal üniversiteleriyle var olduğunu gözler önüne sermek…
Kİ bu yeni oluşumları Kıbrıs Türk halkının “devletsel varlıkları” olarak dünyanın gözlerine sokmazsak iddialarımızla soruna yönelik mücadelemiz hep havalarda kalacaktır..
KISACA eğer Rum tarafı müzakerelerin başlamasını istiyorsa bizi bu adada “varlık” olarak kabul ettiğindendir. Bizim görevimiz ve mücadelemiz ise bu “varlığımızın” Kuzey’de gerçekten bir “devlet” olduğunun kabul edilmesidir.
Olası müzakerelere katılmak ise işte bu iddiamızı kuvveden fiile yükseltecek devlet irademizin kararı olabilir…
Gelecek hafta buluşmak üzere..