Crans-Montana zirvesinin çöküşünden bu yana, eski Kıbrıslı Rum Lider Anastasiadis’in geçen hafta ilk kez yapmış olduğu açıklamasındaki iki nokta, eski KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı tarafından da tepkiyle karşılandı.
Anastasiadis’in açıklamasındaki birinci nokta, Kıbrıs sorununun Türkiye’den dolayı çözülmediği şeklindeki geleneksel Rum tezinin tekrarından başka birşey değildi.
İkinci nokta ise federal hükümetin 11 üyeli karar alma mekanizmasında bulunacak olan 4 Kıbrıslı Türk’ten en az birinin oyunun alınması koşulunun, Anastasiadis tarafından komplocu bir biçimde felaketleştirilmesi olmuştur.
Anastasiadis’in bu açıklaması, Kıbrıs sorununun çözüm(süzlüğ)ündeki “siyasal eşitlik” prensibini yeniden tartışma konusu yapmıştır.
Uluslararası barışı ve güvenliği koruma kapsamında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yetki alanına giren Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin iki toplumlu iki bölgeli federasyon modeli, siyasal eşitlik temelinde öngörülmektedir. Konsey 716 (1991), 1251 (1999), 1758 (2007), 2114 (2013), 2674 (2023) ve 2723 (2024) gibi kararlarında siyasal eşitliğe vurgu yapmaktadır.
Üstelik siyasal eşitlik, BM Genel Sekreterinin 8 Mart 1990 tarihli İyi Niyet Misyon Raporu’nun EK 1’indeki 11. paragrafında da tanımlanmıştır. Buna göre her iki toplumun federal organlarına ve kararlarına etkin bir biçimde katılması; federal hükümetin diğer toplumun aleyhine olabilecek bir karar alamamasını güvence altına alması ve iki federe devletin de eşit ve aynı yetki ve işlevlere sahip olması öngörülmüştür. Bu açıdan Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliği, müzakere konusu değil, ancak müzakerelerin zeminidir!
Öte yandan Kıbrıslı Türkler, tarihsel olarak Kıbrıslı Rumlar ile olan ilişkilerinde ‘eşitlik’ arayışında ve İngiliz sömürge yönetiminden başlayarak sürekli mücadele süreci içerisinde olmuşlardır.
İngiliz sömürge yönetimi Kavanin Meclisi’ndeki temsiliyeti, 1882 yılında Kıbrıs’taki nüfus oranına göre düzenlediğinde, o güne kadar kendilerini hakim millet olarak gören Kıbrıslı Türk (o dönemde Müslüman) seçkinler, buna karşı çıkarak protesto etmişlerdi. Çünkü yeni düzenlemeye göre 9 Rum ve 6 İngiliz temsilciye karşılık, Türklere sadece 3 temsilcilik verilmişti.
Sayısal olarak Kıbrıs nüfusunun ¼ oranında olan Kıbrıslı Türkler, sömürge yönetiminde, Türkiye’nin Kıbrıs sorunuyla ilgilenmeye başladığı 1950’li yılların ortalarına kadar, kendilerini ‘ekaliyet’ (azınlık) olarak algılamaktaydılar. Örneğin Kıbrıslı Türklerin 1940’lı yıllarda kurdukları Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) isimli örgütte, Kıbrıslı Türkler kendilerini açıkça ‘azınlık’ olarak konumlandırmışlardı. Dönemin valisi Lord Winster Kıbrıs için düşündüğü yeni Anayasa çalışmaları kapsamında, 1948’de kurmuş olduğu İstişari Meclis’te Rauf Denktaş’ın ekaliyet haklarını savunması tesadüf değildir.
Ancak Türkiye’nin Kıbrıs sorununa müdahil olduğu Londra Konferansı’ndan sonra, Kıbrıslı Türklerin eşitlik taleplerinin yükselmeye başlandığını görüyoruz. Nitekim uluslararası anlaşmalarla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Kıbrıslı Türklere eşit kurucu ortak statüsü tanınmıştı.
Ne var ki toplumsal çatışmaların 1963’de patlak vermesiyle Kıbrıslı Türkler, devlet yönetiminin dışında kaldı ve siyasal eşitlik bozulmuş oldu.
-Devam edecek-