Hiçbir toplum mutlak anlamda homojen olmadığı gibi, Kıbrıs Türk toplumu da değildir.
Toplumlardaki etnik, dilsel, sınıfsal, kültürel vb. bölünmeler, siyasal yaşamda da karşılık bulur. Bazıları artık ideolojiler, sağ-sol ayrımı öldü dese de, aslında ölen sözkonusu ayrımların eski içerikleri. Ayrımlar ve ayrışmalar hala hayatta!
Kıbrıslı Türklerin özellikle 1974 sonrasında belirginleşen siyasal kültüründe, iki temel ayrıştırıcı eksen ortaya çıkmıştır. Bu ayrışmalar siyasal yelpazedeki pozisyonlarımızı ve dolayısıyla siyasal yaşamımızın koordinatlarını uzun vadede belirlemektedir. Bizdeki sol-sağ ayrımı da Batılı ülkelerden farklı olarak sosyo-ekonomik temele değil, daha çok sosyo-kültürel farklılıklara dayanmaktadır.
Birinci ayrım çizgisi, Kıbrıs sorununa yönelik farklı çözüm vizyonlarına işaret etmektedir. Sağ ve sol partiler buna göre ayrışmaktadır. Genel olarak ifade etmek gerekirse, sağ cenah Kıbrıs sorununda iki devletli bir çözüme inanırken; sol kesim federasyon vizyonuna bağlılığını korumaktadır. Bu ayrım çizgisi, siyasal koşullar ne olursa olsun, siyasal inanç olarak varlığını açık veya örtük olarak sürdürmektedir.
Ancak her iki vizyonun da açmazları var: İki devletli çözüm, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bugüne kadar almış olduğu kararların değişmesini ve Daimi Üyelerinin de Kıbrıs Türk tarafıyla aynı fikirde olmalarını zorunlu kılmaktadır. Dahası Kıbrıs Rum tarafının da, bunu kabul edilebilir bulması gerekir. Nitekim Rum lider iki devletli çözümü asla kabul etmediklerini defaatle söylemiştir.
Federasyon tezinin, en büyük açmazı ise Rum tarafının siyasal iktidarı paylaşma konusundaki isteksizliğinden kaynaklanmaktadır. Bu tez, uluslararası toplum tarafından kabul görmesine rağmen, Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliği sözkonusu olunca, ne solcu ne de sağcı Rum liderlerce içselleştirilmiştir.
Kıbrıs Türk siyasal yaşamını ayrıştıran diğer temel eksen ise Türkiye ve millet tasavvuruyla alakalıdır. Sağ cenah geleneksel olarak Türkiye’yi “Anavatan” ve Kıbrıslı Türkleri de “Türk milletinin ayrılmaz bir parçası” olarak konumlandırırken, sol kesim Türkiye’yi daha çok bir akraba/kardeş devlet ve Kıbrıslı Türkleri de ayrı bir entite olarak görmektedir.
Türkiye’ye ve millet kavramına yönelik bu ayrışma, KKTC-TC ilişkilerinden, KKTC’deki kamu politikalarının oluşumuna ve önceliklendirilmesine, yurttaşlık hukuku ve eğitim gibi birçok konudaki siyasal pozisyon ve davranışları yakından etkilemektedir.
Sağ cenahın bu çerçevedeki en büyük açmazı, ayrı devlet ve egemenlik söylemine rağmen, reşit bir Kıbrıs Türk kimliği ve kendi ayakları üzerinde duran bir KKTC yaratamamış olmasıdır. Buna karşılık, sol cenahın açmazı, Türkiye’deki iktidarlara meydan okuduğu ölçüde, Kıbrıs Türk siyasal yaşamında varlık gösterememesidir.
Öte yandan ülkemizde giderek ağırlaşan yaşam koşulları ve ekonomik darboğaz karşısında, mevcut siyasal ayrışmalar çare üretebiliyor mu?
Kamu sektörü ile özel sektör arasında ortaya çıkan uçurum, Yükseköğretim alanındaki aşırı ticarileşme eğilimi ve öğretim elemanlarının özlük haklarından yoksun oluşu, iyi eğitimli gençlerimizin iş güvencesinden yoksun çalışma koşullarına mahkum edilmeleri gibi toplumda giderek katmerleşen yapısal sorunlarımızın çözümü için bizi ayrıştıran sosyo-kültürel temelli kimlik politikaları yeterli olabiliyor mu? Üstelik sosyo-kültürel her bir eksenin kendi içerisinde giderek artan kişisel ayrışmaları da ayrıca hesaba katmak gerekir.
Bu politikaların, yeterli olmadığı, kronikleşen sorunlarmızla yeterince sınanmıştır. O bakımdan sosyo-ekonomik sorunlarımızın çözümü, sosyo-kültürel eksenden çok, sosyo-ekonomik temelde aranmalıdır!