Gemi batarken karşılıklı suçlamaların kime ne faydası var?

Abone Ol

   Demokrasi rejimi hiç kuşkusuz en az defolu yönetim biçimidir. Çünkü ülke yönetimi milli iradeye yani seçmene teslim edilmektedir.
   Manipüle edilebilir küçük topluluklarda ise demokrasinin defoları ön plana çıkabilmektedir.  Bu çerçevede, özellikle seçim sattı mahallinde seçmeni manipüle edebilecek seçim rüşvetlerine yasak getirilmektedir. Bunu bilen siyasiler ve yürütme erkini elinde tutanlar seçim yasaklarına ramak kala istihdam, arsa ve kredi peşkeşi gibi seçim rüşvetlerini dağıtmaktan geri kalmamaktadırlar.
   KKTC siyasi tarihinde en büyük seçim rüşveti hiç kuşkusuz parti kurultayında merhum İrsen Küçük’ün başkan seçilmesi için verilmiştir. Şöyle ki, Başbakan olması hasebiyle merhum İrsen Küçük UBP Kurultayında başkan seçilebilmek için 300 civarındaki kurultay delegesine devlette birer istihdam rüşveti vermiştir.
   İrsen Küçük sonrası Sayın Hüseyin Özgürgün, delegelerin manipüle edilebildiği demokrasi garabetini ortadan kaldırmak maksadıyla tüzük değişikliği ile delege sisteminden üye sistemine geçiş yapmıştır.
   Devleti yöneten siyasiler sahip oldukları gücü korumak ve devam ettirmek için   kamu kaynaklarını irrasyonel olarak kullanıp ülke kalkınması ve refahına zarar vermekten çekinmezler. Bu deneyime ve sonuca varan başta AB olmak üzere gelişmiş refah ülkeleri kamu kaynağı tüketen kurum ve kuruluşlarını ya özelleştirmiş ya da siyasetten ari kurumsal yönetişim (corporate govennance) modellerine terk etmiştir.
   Kurumsal yönetişim modeline göre serbest piyasa koşullarında etkin ve verimli yönetilip kaynakların rasyonel dağıtılması, gelir gider dengesinin gözetilmesi, sürdürülebilir bir yapının öncelikli hedef olarak belirlenmesi, şeffaflık, hesap verebilirlik (bağımsız iç ve dış denetim), performans denetimi, pazarlama ve finans gibi alanlarda kaliteli yönetim ve profesyonellik sergileyen yönetim anlayışları kamu kuruluşlarında da geçerlidir.

   Aksi takdirde, bugüne kadar kısır tartışmalar ve ilgili kesimlerin bencil yaklaşımları ile batırıp kilit vurduğumuz ETİ, Salamis Bay Otel, Kıbrıs Türk Hava Yolları gibi örneklerin yanına Kıb-Tek ve DAÜ de eklenecektir.
   Halen mali sıkıntı içinde bulunan Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) dünya yönetim literatürüne vaka analizi olarak geçecek niteliğe sahiptir. Öncelikle, DAÜ ülkede yarattığı güven yanında akademik açıdan uluslararası arenada kendini ispat etmiş güzide bir üniversitemizdir.

   Ancak, geçmişten günümüze gelen gerek kamu üniversitesi olmasının yarattığı dezavantajlar( giderlerin artışındaki katılık, gelirleri artırmadaki yasal ve kurumsal kısıtlar, devlet yardımı beklentisinin yarattığı moral hazard), gerek siyasi müdahale ve yönetim kuruluna atanan kişilerin verimlik ve etkinlikten ziyade diğer unsurları ön plana tutmaları, gerek yapılan istihdam ve atatan yöneticilerin liyakat ve performanstan ziyade nepotik, kronik ve hemşericilik olgularının gözetilmesi, gerekse yönetim zafiyeti DAÜ’ü bugünkü vahim duruma düşürmüştür.
   Bugüne kadar batırılan kamu kuruluşlarından farklı olarak akla ve mantığa uymayan (paradoksal) husus DAÜ’yü etkin ve verimlik esaslarına göre yönetebilecek ve sürdürülebilir konuma getirebilecek gerekli her türlü teknik ve akademik uzman kadroların üniversite bünyesinde var olmasıdır.
   DAÜ’de halen olduğu gibi, batan gemiyi kurtarmak için faydası olmayacak yegâne tutum paydaşların birbirini, kaptanı, mürettebatı, gemi sahibini ve hatta yolcuları suçlamaktır. 

   “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz” anlayışından hareketle DAÜ gemisindeki herkes yükleri hafifletmeye razı ve hazır olmalı, iş birliği ve dayanışma içerisinde delik deşikleri ve arızaları tamir etmeli ve bu süreçte gemiyi yönetecek ve teknik açıdan uzmanlık yapacak kaptan ve diğer personelin seçiminde olmaz ise olmaz kriter liyakate sahip çıkmalıdır. 

   Bu süreçte hem üniversite genelinde hem de her birimde verimlilik ve etkinlik analizi yapılarak gelirleri artırmak, giderleri ise kısmak için önlemlerin yer aldığı teknik uzman ve akademisyenlerce hazırlanacak sürdürülebilirlik raporları esas alınmalı ve itibar edilmelidir. Aksi takdirde, uluslararası arenada akademik açıdan damga vuran güzide bir kurumumuzun dahi- sorumluluk almadan, elimizi taşın altına koymadan ve birbirimizi suçlayarak Kıbrıs Türk Hava Yolları gibi- tarihin çöplüğüne mahkûm edilmesine sebep oluruz.
   Sonuç olarak; yukarıda da altının çizildiği gibi bir kamu kuruluşu olan DAÜ’nün kurtuluşu (sürdürülebilirliği) ya özelleştirme ya da paydaşların tek yürek halinde hareket ederek eşgüdüm ve mutabakat ile kurumsal yönetişim modeline geçişle mümkün olacaktır.

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }