Şiir, varlığı gereği insanın varoluşuyla yüzleşmesine, kendine dünyada bir yer bulmasına, duygularının girdabında oradan oraya savrulurken yalnız olmadığını hissetmesine olanak tanımaktadır.
İnsan türü, gündelik yaşam içerisinde bile şiire tutunarak kendini gerçekleştirme ihtiyacını giderme yoluna gitmiştir. İnsanın doğasındaki yaratıcılık, onun dili farklı şekilde kullanmasını beraberinde getirmiştir.
Her ne kadar gündelik konuşma diliyle şiir dili arasında keskin farklar söz konusu olsa da konuşma dilinde de şiirsel ögelerin bulunması insan türünün bu yaratıcılık yönünü ortaya koymaktadır. İnsanların bir başkasına “aslanım”, “meleğim”, “dünyam” şeklinde sevgi sözcükleriyle hitap etmesi, lakaplar takması; aşkın yarattığı mutluluğu dile getirmek için “karnımda kelebekler uçuşuyor” ifadesini kullanması şiirde kullanılan benzetmelerin alışılmış şekilleridir.
Yazının henüz ortaya çıkmadığı sözlü edebiyatın söz konusu olduğu dönemlerde gerçekleştirilen dinî törenlerdeki yakarışların, duaların şiir formunda ortaya çıkması; insanların eğlenmek için tekerlemeler, bilmeceler üretmesi; ebeveynlerin çocuklarını uyutabilmek için ninniler söylemesi de insan hayatında şiirin yerini göstermesi açısından önemlidir.
Şiirin insan için ne kadar önemli olduğunu gösteren bir diğer örnek ise kişilerin zaman zaman şarkılar ve türküler söylemesidir. İnsan, neden bir düzyazıyı değil de şarkıyı ve türküyü kullanarak güzel vakit geçirmeyi, duygularını ifade etmeyi tercih etmiştir? Çünkü şiir, insanın varoluşunun bir parçası ve büyülü bir sanattır. Öyle ki Özdemir İnce, “Şiir ve Gerçeklik” başlığını taşıyan yapıtında şiirin geçmiş çağlarda büyü için kullanıldığından yola çıkarak günümüzde de dizelerin ritme, müziğe, derinliğe, yani şiirsel estetiğe kavuşarak aynı büyülü etkisini koruduğunu savunmaktadır.
Şiirselliğin insan üzerinde bıraktığı etki, “Kör Dilenci” hikayesinde de kendine yer bulmaktadır. Özdemir İnce, İmge ve Serüvenleri adlı yazısında Roger Caillois’in “Şiir Sanatı” başlığını taşıyan kitabındaki bir öyküye yer verir:
“New York’un Brooklyn Köprüsü’nde dilenen bir kör varmış. Köprüden gelip geçenlerden biri adamcağıza günlük kazancının ne kadar olduğunu sormuş. Dilenci iki dolara zar zor ulaştığını söylemiş. Yabancı bunun üzerine kör dilencinin göğsünde taşıdığı ve sakatlığını belirten tabelayı almış, tersini çevirip üzerine bir şeyler yazdıktan sonra tekrar dilencinin boynuna asmış ve şöyle demiş ‘Tabelaya gelirinizi artıracak bir yazı yazdım. Bir ay sonra uğradığımda sonucu söylersiniz bana.’ Dediği gibi bir ay sonra gelmiş : ‘Bayım size nasıl teşekkür etsem acaba?’ demiş dilenci. Şimdi günde on – on beş dolar kadar topluyorum. Olağanüstü bir şey. Tabelaya ne yazdınız da bu kadar sadaka vermelerini sağladınız?’ ‘Çok basit,’ diye yanıtlamış adam, ‘Tabelanızda 'doğuştan kör' yazıyordu, onun yerine 'bahar geliyor, ama ben göremeyeceğim' diye yazdım."
Şiirin bu kadar etkileyici olmasının altında bireyin dünyayla empati kurması yatmaktadır. Bu nedenle şiirlerde duyulara seslenen dizeler de okurun o şiirleri kendisiyle özdeşleştirmesini sağlamaktadır. Peki, görme ya da işitme engelli birisi veya hiçbir yerini oynatamayan bir birey bir şiiri okuduğunda neler hissetmektedir? Bu yazımda Fikret Demirağ’ın şiirlerini duyulara seslenişi açısından incelemeye çalışacağım.
1. Görme duyusuna sesleniş
Fikret Demirağ’ın birçok şiirinde görme duyusunu harekete geçiren dizeler kendine yer bulmaktadır. Kelimeler, okurun zihninde birtakım görüntüler canlandırmakta ve okuru bulunduğu mekândan öte bir mekâna taşımaktadır. Demirağ da birçok şiirinde betimlemeler yaparak okurun zihninde resimler oluşturmaktadır.
“gene ışıklar içinde bıraktığın şehir
Gökte kaynayan yıldızlara doğru”
Fikret Demirağ’ın Tutku isimli şiir kitabının “La Comparsıta” şiirinden alınan yukarıdaki dizelere bakıldığında şairin ışıklar içinde bir şehri, yıldızların kaynadığı bir gökyüzünü betimlediği görülmektedir. Bu dizelere görme duyusuna seslenerek okurun veya dinleyicinin zihninde bir manzara oluşturmaktadır.
“Pencereden bakarsan
Denizi
Denizdeki kotraları martıları görürsün”
Yine aynı kitaptaki “Pencereden Baktığında” şiirinde geçen bu dizelerde de şair pencereden dışarıya bakıldığında gözlemlenebilen unsurlara işaret etmektedir. Pencerenin dışında deniz, denizdeki kotralar, martılar bulunmaktadır. Görme duyusuna sahip olmayan bir birey bile bu dizeleri dinlediğinde şiirin imgesel tadına ulaşabilmektedir.
“çatıların arasında ay sarı
…
telefon telleri ip gibi gerilmiştir”
Fikret Demirağ’ın Ötme Keklik Ölürüm adlı şiir kitabında yer alan “Haberin Yoktur” şiirinden verilen yukarıdaki dizelerde de görme duyusuna seslenilmektedir. Şair, çatıların arasından görülen sarı aya ve daha sonra ise ip gibi gerilmiş olan telefon tellerine şiirinde yer vermiştir.
“aklımda bir karanfil büyüyordu, söndürdü
gencecik bir rahibe soyunuyordu karşımda”
Yine aynı kitapta yer alan “Dünyada Kaç Köpek Var” şiirinden alınan yukarıdaki dizelerde şair erotik bir şiir dili kullanarak görme duyusuna yönelmektedir. Şairin aklında bir karanfil büyümektedir. Bilindiği gibi kırmızı karanfil erotizmi simgelemektedir. Şair bu dizenin ardından ise karşısında genç bir rahibenin soyunduğunu ifade ederek, bir görüntü oluşturur.
“Pencereden gök kanı dolara odama
güvercinler konar kiremit dama”
Demirağ’ın Dayan Yüreğim başlığını taşıyan kitabındaki “Sevdası Olanın Her Şeyi Mavi” şiirinden verilen yukarıdaki dizelerde şairin güneşin batışının odasına yansımasını ve güvercinlerin dama konuşunu ele almaktadır. Güneşin kızıl renginin odaya yansıması “pencereden gök kanı dolar odama” imgesiyle verilmekte ve güvercinlerin de kiremit dama konduğu üzerinde durulmaktadır.
2. Duyma duyusuna sesleniş
Fikret Demirağ’ın şiirlerinde işitme duyusuna yönelik dizeler de dikkat çekmektedir. Yağmur, kurşun, doğal yansımalar, öksürük, bomba, bando, fısıltı, kuş, bozuk para (şilin) gibi unsurların çıkardığı sesler onun şiirlerinde kendine yer bulmaktadır.
Demirağ’ın Ötme Keklik Ölürüm adlı kitabındaki “Kuş Gürültüsü” adlı şiirinde geçen “bir kuş sürüsünün gürültüsü aklıma çizildi” dizesinde kuşlarının çıkardığı gürültüye yer verilerek işitme duyusu üzerinde durulmuştur. Yine aynı şiirde geçen “Sesinde yağmur sesi duyulsun” dizesinde de yağmurun çıkardığı sese odaklandığı görülmektedir.
Fikret Demirağ’ın işitme duyusuna göndermede bulunduğu şiirlerinde tıs, vın, çıt gibi yansıma sözcüklere de yer verilmektedir. Bu bağlamda Ötme Keklik Ölürüm kitabındaki “Çit” şiirinde geçen “birden bir pencereden vınlayacak bir kurşun” dizesinde kurşunun çıkardığı “vın!” yansımasına; aynı kitaptaki “Çocuk, Adam, Kadın ve Jet Uçakları” şiirindeki “adamda çıt yoktu, adamın gözlerinde çıt yoktu” dizesinde “çıt” yansıması buna örnek gösterilebilir.
Yansıma söcüklerden oluşturulmuş başka kelimeler de bu şiirlerde kendini göstermektedir. Öyle ki Ötme Keklik Ölürüm kitabındaki “Su Sustu” şiirinde geçen “duyuyor musun ay çiçeklerinin fısıltısını / ağaçların çıtırtısını, kol saatimin tıkırtısını” dizelerinde fısıltı, tıkırtı ve çıtırdı kelimeleri yansımalardan oluşmuştur.
Aynı durum Dayan Yüreğim Kitabındaki “Gidelim” şiirinde geçen “kuş gibi öten sular / çınlayan yüreklerimiz” ile aynı kitaptaki “Kim Selam Verir Çiçek Açmış Bir Dal Görse” şiirindeki “çünkü şilinler şıngırdıyor” dizelerinde de görülmektedir. İlk şiirdeki dizelerde sular kuşların ötüşüne benzetilirken, yürek ise çınlamaktadır. İkinci şiirin dizelerinde ise şilinler (bozuk paralar) şıngırdamaktadır.
Ötme Keklik Ölürüm kitabındaki “Dünyada Kaç Köpek Var” şiirinde geçen “bizim okul öksürdü” dizesinde öksürük sesine; aynı kitaptaki “Kıbrıs’ta, İç Savaş’ta” şiirinde geçen “bir bomba gürültüsünü aşıyorum” dizesinde bomba sesine yer verildiği görülmektedir.
3. Koku alma duyusuna sesleniş
Fikret Demirağ’ın şiirlerinde koku alma duyusuna yönelik şiirler de görülmektedir. Şair, yaptığı gözlemler sonucu çevresindeki tüm unsurları şiir yaratım sürecinde kullanmakta ve onları birer imgeye dönüştürmektedir. Bu nedenle koku alma duyusunu harekete geçiren imgeler de kendine varlık alanı bulmaktadır.
Şair, Tutku isimli kitabının “La Comparsıta” şiirinde “hangi uzak limanın / tarçın kokulu / içki kokulu şarkılarını dinliyorsun” dizelerinde uzak limanlardaki kokulara işaret etmektedir. Bu liman, tarçın ve içki kokmaktadır. Koku, insanın bilinçaltına yerleşerek bellekte uzun süre kalmaktadır. Bu nedenle şairin koku duyusuna seslenmesi aslında onda etkisi uzun sürecek bir yaşantının dışavurumudur.
Demirağ, Ötme Keklik Ölürüm kitabındaki “Gökgürültülü Çiçekler” şiirinde geçen “ıslak ağ kokusu gibi güzelliğin” dizesinde sevgilinin güzelliğini şiirsel bir düzeyde nitelerken güzelliği “ıslak ağ kokusuna benzetmektedir.
“üstümdeki çınarları aşıyorum
asfalttaki katran kokusunu”
Ötme Keklik Ölürüm kitabındaki “Kıbrıs’ta, İç Savaşta” şiirinde geçen yukarıdaki dizelerde şairin yine koku alma duyusuna seslendiği dikkat çekmektedir. Şair, “asfalttaki katran kokusunu” duyumsamaktadır.
4. Dokunma duyusuna sesleniş
Fikret Demirağ’ın şiirlerinde göndermede bulunulan bir diğer duyu ise dokunma duyusudur. Şair serinliği, ıslaklığı, teri, sıcak ekmek kokusunu şiirlerinde kullanmaktadır.
Şair, Tutku kitabındaki “Pencereden Baktığında” şiirinde geçene “gün ağarır dalgalar ışır / serince bir yel eser inceden inceye” dizlerinde günün ağardığı bir vakitte esen yelin hissettirdiği serinliğe dikkatleri çekmektedir.
“sana bir ikindi vakti
Paris’te tesadüf edeceğim
yanakların ıslak ellerin ıslak”
Demirağ’ın M. Kansu ile birlikte çıkardığı İkinin Yaşamı adlı şiir kitabındaki “Sunu” şiirinde geçen yukarıdaki dizelere bakıldığında şairin özlemini duyduğu kişiyi anımsadığı görülmektedir. Şair, özlem duyduğu kişiyle Paris’te karşılaşmanın umudu içerisindedir ve tesadüf eseri karşılaştığında söz konusu kişisinin yanaklarının ve ellerinin ıslak olacağını öngörmektedir. Bu dizelerde de ıslaklık göstergesiyle dokunma duyusuna göndermede bulunulmuştur.
Şairin, Ötme Keklik Ölürüm kitabındaki “Altın Arayıcısı” şiirinde geçen “bakın nasıl yorgun geldi üstü başı kan ve ter” dizesinde yorgun bir kişinin ter kokusu hissettirilirken; aynı kitaptaki “Kıbrıs’ta İç Savaşta” şiirinde geçen “fırından sıcak bir ekmek aldım” dizesinde ise ekmeğin sıcaklığı dokunma duyusu bağlamında düşünülebilir.
Tüm bu unsurlar düşünüldüğünde şiirin insanın varoluşunda önemli bir yerde olduğu görülmektedir. Şiir, büyülü gücüyle insanın hayatını şekillendirirken, şiirlerde duyulara yönelik dizelerin yer alması ise okuru kendine çekmektedir. Bu yazıda Fikret Demirağ’ın şiirleri görme, işitme, koku alma ve dokunma duyuları çerçevesinde incelenmiş, tatma duyusuna ise yer verilmemiştir.