“Erdoğan iki günlük dış ziyaretler programı ile Türkiye odaklı yeni bir dünyasal siyasi platform oluşturdu” demiş olsam her halde abartılı olmaz.
Çünkü söz konusu o “iki gün” içinde Türkiye’nin yandaşı, kandaşı durumundaki ülkeler ziyaretleriyle yarattığı sinerjinin evet, dünyasal çapta bir siyasi başarı olduğunu kimse yadsıyamaz. Ki öncesinde “Türk Devletleri Teşkilatı kurulumu” da vardır.
***
ERDOĞAN’IN ziyaretleriyle ilgili TV.’lerde yer alan açık oturumların, yazılı basındaki yorumların pek çoğunu özellikle izledim. Ve bir kez daha anladım: Erdoğan bugüne kadar sürdürdüğü siyasi kariyerinin şu sıralarda “ustalık” dönemini yaşıyor.
Çünkü artık Türkiye Doğu Akdeniz’den Azerbaycan’a kadar uzanan coğrafyada “oyuncu” değil, “oyun kurucu” ülke konumuna geldi bu başarı da Erdoğan’a ait olmalıdır.
Nitekim İstediği zaman istediğince gündem oluşturuyor, istediğince Türkiye odaklı yeni ittifaklar oluşumlarının temellerini atıyor.
VE bu siyasi başarılarını “arkadaşım” kelimesini de aşarak “kardeşim” dediği ülke liderleri ile birlikte kurduğu gönül bağları ile gerçekleştiriyor.
DÜNYADA bir başka örneğinin olmaması gerekir. Çünkü tüm siyasi oluşumların ve ekonomik çıkar beklentilerinin ötesinde “birliği” oluşturan asıl büyük unsur “ırksal bir hissiyatla kan kardeşliğine” dayanan “insani” yakınlaşmalar” oluyor.
Kİ AYNİ ırkın Slav kökenli oluşun ulusları durumundaki iki komşu olan Rusya ile Ukrayna bunu beceremedikleri yerde üstelik savaşa tutuştular.
***
TABİİ Kİ TÜM kandaşlık ve hissi bağlar ötesinde ülkelerin hâlâ gözlediği “kendi kalkınmalarıyla refahlarıdır.”
Kİ bu düşüncelere kadar vardığımda Kıbrıs’ın kuzeyine sıkışmış Türk halkının daha İngiliz Sömürge Dönemi’nde başlayan adadaki siyasi ezilmişliğini daha doğrusu ezdirilmişliğine karşın bugünlere kadar “var oluşunun ispatında gelmesi, bir mucize olmalıdır” diyorum fakat bir kez daha altını çiziyorum:
***
FAKAT bu mucizenin mimarı aynı zamanda Ada’daki varoluşunun ulusal inancında bugünlere kadar büyük fedakârlık ve ulusal direnişle gelmeyi başaran Kıbrıs Türk halkıdır.
BU ulusal direniş ve varoluşu öteden beridir besleyip büyütense bizatihi Kıbrıs Türk halkı oluşun bilinciyle yaratılan “milliyetçiliktir,” milliyetçiliği besleyen Türklüğüdür.
Tarihinde en büyük “bağımsızlık ve özgürlük savaşları” vermiş, egemenliği için gerçekleştirdiği “vatan millet” duygularında büyüyen Türk ulusunun Ada’daki ahvadı olmaktan bu nedenle gurur duyuyoruz. Ki:
***
EĞER BUGÜN bu adada özgür ve egemensek... Özgürlük ve egemenliğimizin sağladığı birinci sınıf insan haklarına sahipsek... Yıllarca değil asırlarca Rum toplumunun, kilisesinin tüm Kıbrıs’ı egemenliğine geçirmek için bugünlere kadar kendisi için sürüp getirdiği adı konmuş “megali ideasına” direniyorsak ve hâlâ bitmeyen kutsal mücadelemizi artık “ebedi vatanımız” olarak tarihe kaydını düştüğümüz Kuzey Kıbrıs’ın kimlikli pasaportlu dünyasallığı tescilinde “Kıbrıs Türk ulusal devleti” isek…
VE hâlâ biz Kıbrıs Türk halkı için Kıbrıs’ın kuzeyinden öte yaşayabileceğimiz bir coğrafya bir yurt yoksa…
Allah’ın bu lütfuna şükredelim değerini bilelim…
***
KISACA TAKILDIĞIM: (ARTIK CEVAPLAMAMIZ
GEREKEN ÇOK SORULARIMIZ VARDIR:)
“Sn. Erdoğan’ın KKTC’yi ziyareti ile geldi hatırımıza? “Biz neyiz bu adanın kuzeyinde?
Bir süredir işte bu soruyu cevaplamaya çalışıyoruz ki şimdilerde masamın üzerinde Sn. Erdoğan’ın KKTC’yi ziyareti sonrasında oluşturulan yeni “ekonomik programın” maddelerini sıralayan bir “gazete kupürü” vardır.
Ki artık “keşke ekonomist olsaydım” hayıflanmasına daha düşüyorum..
NEYSE ki Avrupalarda yetişmiş donanımlı uzman dediğimiz ekonomistler bolca var. Var ama? Zaten hep vardılar ama bu ülkede daha “Cemaat meclisleri” oluşumlarından başlayan “popülist” yaklaşım ve tutumları aşmak bugüne kadar nasip kısmet olmadı. Ki toplumun sosyoekonomik gelişimine faydaları olsun.
Kİ 1974’te Rum’dan kalan taşınır taşınmaz mallarla bu ülkede ikinci bir “Kuzey Kıbrıs” oluştururduk oysa biz olanı bile idame ettiremedik hâlâ ettiremiyoruz.
***
BU NEDENLE olmalı kırk yıldır hemen her sabaha yeni bir ekonomik fasarya ile uyanıyoruz. Ki hâlâ 1974 sonrasında ele geçen Rum mülklerinin bile skandal haberlerine tosluyoruz.
Söylerlerdi de aldırmazdım: “El kızı ile gerdeğe giren…” falan. Peki, şimdi nereden çıktı bu laflama diyorsanız söyleyim:
Dünkü gazeteleri açtım baktım manşetteki haber “Dome Hotel mahkemelik” haberiyle sırıtıyor.
Ki aradan yarım asır geçti hâlâ çözüm beklemekten kurtulup çözüme ulaştıramadığımız Rum’dan kalma mülklerle uğraşıyoruz. Ki bu gidişle çözümleri ile sorunları “mahkemeyi kübraya” kalacak. Yani kıyamet gününe.