Bilindiği gibi; geçtiğimiz haftalar gündemi, krize sürüklenen Cumhuriyet Meclisi Başkanı seçimi meşgul etmiştir. Kriz en sonunda ise taraflar arasında çözümü arafta kalan bir boyuta taşınmıştır.
İktidar partileri açısından Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı Sayın Öztürkler’in seçimiyle tamamlanmış ve resmî gazetede yayımlanmıştır. Bunun üzerine Öztürkler’in seçimi Türkiye Cumhuriyeti Başkan Yardımcısı ve Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından kutlanmıştır.
Cumhuriyet Meclisi’nde ana muhalefet görevi yapan CTP’ye göre çift mühürden üç geçersiz oy nedeniyle seçim tamamlanmamış olduğundan “Ziya Öztürkler’in Meclis Başkanlığı yok hükmündedir. Bu çerçevede, CTP Parti Meclisi’nin Pazartesi günü (Bugün) Ziya Öztürkler'in Meclis’te başkan sıfatıyla yer alması durumunda, bunun hukuken açılmamış bir oturum olarak değerlendirileceğini ve 19 milletvekiliyle Meclis'te hazır bulunacağına rağmen bu oturuma katılınmayacağını açıkladı. Bilahare ise Sine-i Milletin CTP’nin gündeminde olmadığı açıklandı. İşte bu noktada her ne kadar bazı milletvekillerinin kontrolden çıkan ihtirasları nedeniyle Cumhuriyet Meclisi’ndeki kriz kamuoyu genelinde “maskaralık” olarak nitelendirilse de CTP’nin anlaşılmaz bazı tavırları ve söylemleri nedeniyle süreçteki samimiyeti hem siyasi platformlarda hem de toplum tarafından daha fazla tartışılmaya başlandı.
CTP’nin samimiyetsizliğini kamuoyunun gündemine taşıyan iki önemli unsur bulunmaktadır. Birincisi, dıştan da aldığı destekle meclisteki iktidarın geri adım atmayacağına göre CTP bundan sonra genel kurullara ve komite çalışmalarına katılmayacaktır. Yani okula gidip derse girmeyerek bahçede ve kafeteryada vakit geçiren talebe rolü oynayacaklardır. Bu da fiili olarak sine-i millete gitmek değil midir? Peki o zaman neden CTP’nin resmen sine-i millete gitmekten ödü kopmaktadır? Bu sorular da bizi CTP’nin samimiyetsizliğinin sorgulandığı ikinci önemli nedene taşımaktadır. Şöyle ki, geçtiğimiz hafta özellikle CTP’nin resmi yayın organlarında yapılan tartışmalarda CTP’nin neden sine-i millete gitmediği konusunda kamuoyu ikna edilmeye çalışıldı. Ancak edindiğim izlenime göre kamuoyunda oluşan kanaat “CTP’nin özrünün kabahatinden büyük olduğu” yönündedir.
CTP’nin sine-i millete gitmeyişin temel nedeni olarak devlet katkısı ve milletvekilleri maaşlarından yapılan %25 kesinti ile parti profesyonellerinin ödenebildiği, aksi takdirde partinin kapanabileceği yorumu yapıldı. Bu argüman ise partiyi maalesef çeyrek porsiyonluk bir kimliğe taşımaktadır. CTP’nin bu argümanı içinde bulunduğum sosyal ortamlarda maalesef hayret ve infialle karşılanmıştır. Zira bu parti yarım yüzyıldan fazla geçmişine rağmen belirli bir süre ayakta durabilecek ne bir aktif/mali varlığa ne de birlik, mücadele ve dayanışma sloganıyla hareket eden fedakâr yoldaşlara mı sahiptir?
CTP ile ilgili yapılan samimiyet tartışmaları neden bu partinin gerçek anlamda topluma liderlik yapamadığının yanıtı niteliğindedir. Zira, liderlik risk almayı, vatan millet ve ülke çıkarlarını kişisel ve partisel çıkarlarının üzerinde görmeyi; makam ve çıkarı hiçe sayarak bedel ödemeye hazır olmayı ve toplumu bu doğrultuda inandırmayı gerektirir. Bunu idrak etmek için ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğine bakmak yeterlidir.
Padişahın hakkında idam kararını onaylamasına rağmen mücadelesinden milim geri kalmayan, savaş meydanında askere ölümü emrederken kendisi de ordunun önünde savaşmaya ve ölmeye hazır olan ve cephede kapalı mekânda şömine önünde uyumak yerine askerle birlikte kar üzerinde uyuyan / dinlenen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliği düşünüldüğünde CTP liderliği için yapılan çeyrek porsiyonluk ana muhalefet benzetmesi pek de yanlış olmayacaktır.
Sonuç olarak; büyük kalabalıkları artık bir ayara getiremeyen sekiz sendikanın CTP’nin bugünkü eylemine destek verecek olmasına rağmen Annan Planı süreci ve Banka krizleri gibi Cumhuriyet Meclisini inim inim inletecek bir kalabalığın CTP tarafından toplanması bugün itibarıyla imkânsız olarak değerlendirilmektedir.