İki gündür ülkenin dört bir tarafından çevre rezaletini yansıtan fotoğraflar paylaşılıyor sosyal medyada.
Malum dün “5 Haziran Dünya Çevre Günü”ydü ya ne kadar rezil bir çevreye sahip olduğumuzun fotoğraflarıydı bunlar…
Her tarafta çöp tepeleri oluşturulmuş…
Güzel ülkemiz çöpten geçilmiyor ne tarım alanları kurtulabilmiş çöpten ne turistik bölgeler ne de kent sokakları…
Ülkemize gelen turistler bu kirliliği gördüğünde ne düşünüyor acaba?
Utanç verici gerçekten, üzülmemek elde değil…
Kentlerin sokakları da çok kirli, toz toprak içinde, izmaritler, kağıtlar, kola- bira kutuları…
Her taraf kirli resmen, gerçek anlamda bakıp, görebilseniz gözünüzü rahatsız ediyor.
Bazı Avrupa ülkelerindeki tertemiz sokaklar geliyor gözünüzün önüne ve “Onlar başarıyor da biz niye başaramıyoruz?” diye düşünüyorsunuz.
Temizlik, çevreyi, yeşili, doğayı korumak bir kural oralarda hatta kural olmaktan öte bir kültür.
Bizse doğayı ne kadar katledebiliriz yarışına çıktık sanki de.
“5 Haziran Dünya Çevre Günü”nde iklim krizini masaya yatırmamız, nasıl tedbirler almamız gerektiğini konuşmamız gerekirken biz daha çevredeki çöplerin, kirliliğinin çaresini bulamıyoruz, ah vah çekiyoruz.
Çevrenin perişan halini fotoğraflar çekip paylaşanlar, sert eleştirilerde bulunuyor.
Herkes birilerine verip veriştiriyor, herkes birilerini suçluyor da çevreye zarar veren, ülkeyi çöplüğe çeviren kim?
Yine bu ülkede yaşayan insanlar değil mi bunu yapan?
Çevreyi temiz tutma ve koruyabilme kültürünü getiremedikçe, ülkeyi yönetenler tedbir alamadıkça böyle söylenip duracağız.
Söylenmek ve şikâyet etmek değil, bu rezilliğe engel olabilmektir önemli olan.
Bizse alıştık pislik içinde yaşamaya.
O kadar alıştık ki birçoğumuzun, gözümüze takılmıyor, rahatsız olmuyoruz.
Duyarlı kesimlerin paylaştığı fotoğraflar, videolar kısa süreli bizi uyandırsa da bir süre sonra eski modumuza dönüyoruz.
Hem çevre kirli hem de ne arazi kurtuluyor elimizden ne yeşil ne de hayvanlar…
Önümüze gelene zarar veriyoruz, büyük zararlar…
Yaban hayata verilen zarar yetmezmiş gibi evcil hayvanlar da katlediliyor.
Acımasızca kedilerin, köpeklerin öldürülmesi, katledilmesi insanı korkutuyor.
Hayvanları acımasızca öldürenlerin, aynı şeyi insanlara yapmayacağını kim garanti edebilir?
Sokaklardaki hayvanlar barınaklara taşınamıyor, öylece ortada perişan bırakılıyor, sonra da düşman gibi görüp katlediliyor.
Kuşlar, sürüngenler, kirpiler ve daha nice canlılar acımasızca öldürülüyor.
Dağları, tepeleri, ormanları, ovaları, sahilleri, dereleri mahvetmek için uğraşıp duruyoruz…
Doğamıza ait ne kadar değerimiz varsa yok edilmeye çalışılıyor.
Doğa ona verdiğimiz zararın acısını “doğal felaketlerle” çıkarıyor bizden ama yine ders almıyoruz.
Çevrenin içinde bulunduğu perişanlıkla gerçekten mücadele etmek istediğimiz konusunda şüphelerim var.
Gerçekten çevre için mücadele etmek yerine kirliliğe, perişanlığa alışıyoruz, bir süre sonra görmez oluyoruz pisliğin içinde yaşadığımızı. Şu andaki durumumuz budur.
Ne gerçek anlamda mücadele ediyor ne de yönetenleri buna zorluyoruz. Birçok konuda olduğumuz gibi çevre konusunda da o lanet kanıksama hastalığına tutulmuş durumdayız.
Pislik boğazımıza kadar dayansa, her gün çevre cinayeti işlense de göremeyecek hale geldik maalesef…