Çeşitlemeler

Abone Ol

         Sendikalar, çalışanlar için hayat pahalılığına karşı artış istediğinde öncelikle ve özellikle asgari ücretliyi öne çıkarırlar, ki esas zor geçinen bu kesimdir, lakin kazın ayağı öyle değil. Asgari ücretli bir alırken, asgari ücretlinin sırtına basılarak yukarıya doğru artış katlana katlana çıkar.

         Tam gün eğitim konusunda ilgili sendikalar da öğrencileri öne sürerek karşı çıkmayı yeğler. Aç susuz kalır, bina tehlikelidir, prefabrikte olmaz çadırda katiyen olmaz, damı akıtır, soğuktur, sıcaktır,  yakışık almaz, hak etmedik vs. Daha önce de yazdım, geçmiş ile karşılaştırılamaz ama gene de karşılaştırdım, her zaman dere kütük getirmez dedik, sıkıntılı günler de olabilir dedik, el bebek gül bebek zararı var faydası yok dedik, bir el yağda bir el balda her zaman mümkünatı yok dedik, hayatın zorluklarına hazırlıklı olunmalı dedik vs.

         Bazı öğretmenler öğleden sonra  özel ders verir, bazıları gezer tozar dinlenir, bazıları kendi işleriyle uğraşır o yüzden tam güne karşıdırlar diyenler var, olabilir. Lakin esas olan geleceğimiz olan çocuklarımızın iyi bir eğitim almasıdır, kendine ailesine, Milletine hem dünyamıza faydalı olması en büyük arzumuzdur. Bunu da sağlayacak olan pek tabii sevgili Öğretmenlerimizdir. Fırıncının elinde un nasıl ekmek oluyorsa, ustanın elinde çamur nasıl testi oluyorsa, öğrenci de Öğretmenin elinde hayırlı başarılı bir insan olur. Lakin epey zamandan beridir öğretmenlerimizin bitmek bilmeyen eylem ve grevleri öğrencilerimizi olumsuz yönde etkilediği şüphesizdir. Bu geleceğimize sekte vurur. Haliyle toplum huzurunun bozulmasına sebep olduğu ve büyük endişe yarattığı bir gerçektir. Özellikle Öğretmen camiasının sürekli bu yola baş vurması toplum nazarında yıpranmasına sebep olmaktadır ki, kimse bunu istemez.

         Bakınız, İngiliz sömürge döneminde ve Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde ilkokul tam gündü, Cumartesi saat öğleye kadar. Orta ve Lise yarım gündü Cumartesi dahil. Öğleden sonraları spor, koro, tiyatro, Halk oyunları çalışmaları vardı, ayrıca öğretmenler zor derslerde öğleden sonra etüd için öğrencileri okula gelmelerini isterdi gönüllü. Çalışmalar gecelere kadar sürerdi, şikayet yoktu, hepimiz  seve seve giderdik.

         1955-58 döneminde de ayni idi ama koşullar çok zordu, tehlike de. Hem Rumlarla hem İngilizlerle mücadele. Taşlı sopalı nümayişler, bazen kurşun da sıkılırdı bize, bayraklarla pankartlarla  gösteriler, mitingler, İngiliz’le göğüs göğüse kavgalar, dikenli tel örgüler vs. Bizim nesil bu badirelerden geçti. Bizim dramımız daha ağır, 1955’te göçmen gittik Mağusa’ya Aysergi köyünden. 15 kadar Türk köyü da.

         Kırık, dökük, kapısız, penceresiz, sıvasız, susuz, elektriksiz, tuvaletsiz, eşyasız, yataksız, kıyafetsiz, ocaksız, tenceresiz, beş parasız, jipsiz, mercedessiz, BMW’suz, motorsuz bisikletsiz, arabacı feneriyle. İlk okul 5’ten Lise bire kadar böyle. Gololambide. Neden sonra Kızılay çadırları geldiğinde bayram ettiydik. Dikenli tarlada bir evimiz olmuştu ortadaki direkte asılı fener. Arkadaşlarla ayrılıp eve gideceğimizde onlar derdi ben deyemezdim eve gidiyorum diye. 8 kişi bir çadırda, yerde başlı kıçlı kıtık yatakta, her şeyimiz köyde kalmıştı. Babamın balıkçı sandalı da şimdi Salamis Bay’ın olduğu yerdeki sahilde kalmıştı.

         Sakarya’lı çocuklar o sıkıntılı tehlikeli yıllarda yaya olarak Rum bölgelerinden geçip Mağusa Kapısından girip okula giderdi, hayli uzun bir yoldu, Yeni kapı henüz açılmamıştı. Bu çocuklar sabah gider akşam olurdu evlerine gitsinler o karanlık günlerde. Gidiş gelişlerde Rum çocuklarının saldırısına da uğrarlardı. Örfi idare olduğunda da Mağusa’da kalmak zorunda kalırlardı bir tanıdığın evinde. Ailesi bilmezdi nerededir, ne haber vardı ne hacı. Öğlenleri getirdikleri katığı yerlerdi, ekseriyetle kutu balığı, bazen da akrabası olan oraya giderdi. 1956’da Sakarya’ya Alasya okulu yapılınca rahatladı.  O devrin çocukları, delikanlıları büyük çoğunluğu tahsilini sürdürdü, pek çoğu yüksek tahsile de gitti, Erenköy’e de çıktı, bazıları sanata yöneldi. Tümü ülkemize her açıdan büyük hizmetlerde bulundular, yüksek mevkilere geldiler, Belediye Başkanı, doktor, hakim, avukat, Müdür, Müsteşar, Öğretmen, Polis, asker, Vekil, Bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı oldu. Tümü de Vatani görevlerini özveriyle yaptı. 1963 sonrası orta-Liseliler gece nöbete gündüz okula gittiler, öğretmenler de memurlar da öyle. Şimdi varın siz karşılaştırın lüks yaşamı, güven içinde hayatı hem grevleri, geçmişle.

         Belediyeler reformuna kara tablolar çizerek çalışanların yanı sıra yandaş sendika ve dernekleri sokaklara dökenler, pandemi ve döviz krizi nedeniyle büyük sekteye uğrayan ekonominin daha da kötüye gitmesi ve halkın Devletimize olan güvenini sarsmaya yönelik kaosun artmasına çanak tutanlar, iki eşit egemenlik ve iki devletlilik tezimize karşı çıktıkları gibi aynen Pile-Yiğitler yolu konusunda Hükümetimize, Cumhurbaşkanımıza karşı çıkanlar, bize karşı yıllardır çifte standart uygulayan BM’ye ve Rumların itirazına destek çıkanlar bir kez kafa üstü çakılmışlardır.

         Yıllardır süren Kıbrıs Milli Davamızı Anavatanımız Türkiye ile değil de başta AKEL ile birlikte omuz omuza yürütme kararlılığında olanların son günlerde DİSİ ile de kol kola girmesi daha zifiri çıkmaz  yollara girdiği şüphesizdir. Muhalefette olmak Milletine sırtını dönmeyi ve bize yapmadığını bırakmayanlarla kol kola girmeyi gerektirmez. Savaşa lanet olsun, isteyenler varsa Allah bildiği gibi yapsın.

         Ayni çevreler, Güneyden davet ettikleri siyasiler, dernekler vs ile hisar diplerinde çalgılarla eğlence veya etkinlik yaparlarken kalenin surları zarar görüp yıkılma tehlikesi geçirmez, ama Gazimağusa giriş kapısı burcu üzerine Bayraklarımızı çektik diye kıyametler koparıp günlerce hep birlikte ortalığı velveleye verenler aynada vicdanlarıyla yüzleşsinler.

         Okullarımız açılalı beri grevler dur durak bilmez, öğrenciler 3 yıldır zaten doğru dürüst eğitim alamadı yetmezmiş gibi, bu açığı kapatacağımıza eğitime daha çok zaman ayırıp daha çok ilgi göstereceğimize, bu süreci sekteye uğratıp zamanı da çocuklarımızı da heba ederiz, yazık.

         Dünyanın  Adaletini hak hukukunu çıkarlarına göre BMGK beşleri belirler. Haaa eğer çıkarlar çatışırsa o zaman silahlar konuşur, ya kendileri avlarına saldırırlar ya da önce başkalarını devreye sokar kıvama gelince avının tepesine çöker. Kıbrıs sorunu en belirgin örneğidir, 60 yıldır Adaletsizliğin daniskası yaşanmaktadır. Av yakalanmıştır, Güneye çöreklenilmiştir, davet edenlerin ağzı kulaklarında pembe tablolara kapılıp olacaklara aldırmadan çilentiden kaçayım derken doluya yakalanmıştır. Evdeki bulguru da kaybedecektir.

        Diğer çok büyük örnek Filistin-İsrail meselesidir ki, gördüğünüz gibi en büyük uçak gemileri taaa okyanusların öteki ucundan dayandı kapıya. Bu diyarlarda yıllardır insanlık dramı yaşanırken, yaşam hakkı bozuk para gibi harcanırken, yangına benzinle gitmeye. İşte çıkarlarla dünya Adaleti! Yan yana kol kola, en açık şekilde ortada, karşımızda hem yanı başımızda. Yaser Arafat boşuna demedi bize, ‘Sizin Türkiye gibi bir Anavatanınız vardır, bizim yoktur’ diye. BM seyreder, AB seyreder, hepsi seyreder. Bizi de seyrederlerdi, hala seyrederler bir hariç,  ANAVATANIMIZ  TÜRKİYE. Bir süre öncesine kadar dünya  5 ten küçüktü, şimdi daha da küçüldü, 1 den küçük, üzgünüm. SAVAŞA, ŞİDDETE, ZULME, ADALETSİZLİĞE, ESARETE  HAYIR. YAŞASIN ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, İNSANLIK, BARIŞ.

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }