Kıbrıs

Cemal: Halkçı, Disiplinli, Kendi Kendine Muhalefet Eden Biriydi

Abone Ol

   Kıbrıs Türk halkının varoluş ve özgürlük mücadelesi lideri Dr. Fazıl Küçük ile 20 yıl birlikte çalışan gazeteci-yazar Akay Cemal, Küçük’ün, halkçı, disiplinli, yaratıcılığı beğenen, kendi kendine muhalefet eden, birine sinirlense bile daha sonra mutlaka gönlünü alan, şakacı bir kişiliğe sahip olduğunu anlattı.
   Dr. Küçük’ün, Türkiye’ye olan hassasiyetine ve Kıbrıs davasının Türkiye’ye mal edilmesi konusundaki büyük çabasına özellikle dikkat çeken Cemal, Dr. Küçük’ün, en büyük hizmetinin Türkiye’de yaptığı mitingler olduğunu vurguladı.
   Dönemin Türkiye Başbakanı Adnan Menderes asıldığında Dr. Küçük’ün ağladığına tanıklık ettiğini ifade eden Cemal, “Pardösüyü çekti başının üzerine, ağlıyordu... O kadar bir üzülmüştü. Çünkü Menderes’i çok severdi. Kıbrıs davasına olan katkılarından dolayı her zaman takdir ederdi” diye konuştu.
   Dr. Küçük’ün, Makarios’tan, “Papaz” diye bahsettiğini dile getiren Akay Cemal, Küçük’ün, Makarios’a olan güvensizliğini, “Bu papaz hiç sözünde durmaz” sözüyle aktardı.
   KKTC’nin kuruluşunda, Dr. Küçük’ün, “Artık ölsem de gam yemem” sözünün çok önemli ve anlamlı olduğunu vurgulayan Cemal, o dönemde sağlık yönünden oldukça rahatsız olmasına rağmen Meclis’e giderek, bu tarihi olayı yaşadığını ifade etti.
   Dr. Küçük’ün, katıksız bir Atatürkçü olduğunun altını çizen Cemal, Küçük’ün, Atatürk ilke ve devrimlerini uygulamakta öncülük ettiğini söyledi; son günlerinde ise kafasında hep Kıbrıs Türklerinin durumu olduğuna vurgu yaptı.
   Halkın Sesi gazetesinde Dr. Fazıl Küçük ile birlikte çalışan gazeteci- yazar Akay Cemal, 39’unu ölüm yıl dönümünde Küçük’ü ve onunla yaşadığı unutulmaz anılarını Türk Ajansı Kıbrıs’a (TAK) anlattı.
   Akay Cemal, Dr. Fazıl Küçük ile yollarının nasıl kesiştiğini şöyle dile getirdi: 
   “Ben liseyi bitirdiğimde, lisenin o zaman akademi bölümü vardı, hep dersler İngilizceydi. O günlerde Türkiye’ye üniversiteye gitmek kolay değildi… Ve liseyi bitirenler genelde memur olabilirdi, hatta İngiliz Üslerinde çalışabilirdi. Ben Kıbrıs Ordusunda subay olmak istedim. Kendisine (Dr.Küçük’e) gittiğimde anlattım durumu… Birbirimizi gıyaben tanırdık. Her gün birbirimizi görürdük. Karşıda Arap Muhammed vardı, ‘fesli Arap’ derlerdi kendisine… İngiliz Üslerinden aldığı ikinci el eşyaları şimdiki Lokmacı’nın üzerinde dükkânlarında satardı. Hatta bu vesileyle şunu da söyleyeyim, adı verilen lokmacıyı ben tanıma fırsatı buldum, kısa boylu bir Ermeni’ydi, o bölgede çalıştığımız için giderdik sık sık lokma, şamişi yapardı, biz de yerdik… Her neyse Dr. Küçük’e anlattığımızda, ‘Bu papazla (Makarios) şimdi bir anlaşmazlığımız var onun için seni Evkaf’a alalım’ dedi. Biraz sonra fikir değiştirircesine, ‘Şimdilik buralarda gurdalan’ dedi. Giriş o giriş adımımızı attık gazeteye… Başladık ufak tefek haberlere, tercümeler yapmaya, ısındık. Halkın Sesi’nde Doktor ile buluştuk, 20 yıl beraber çalıştık.
   O öldükten sonra 20 yıl daha yani 40 yılım, ilk göz ağrısı Halkın Sesi’nde geçti. O da anladı mesleğe meraklı olduğumu, gördü. Ondan sonra bir akrabasından, benim devlete yaptığım başvuruları Doktor’un talimatıyla alıp çöp sepetine attığını işitmiştim.”

“GAZETEYİ KAPATMADAN ÖNCE ANKARARADYOSU’NU DİNLEMEMİZİ İSTERDİ”
   Dr. Küçük’ün iş hayatında disiplini sevdiğini ifade eden Cemal, şöyle devam etti:
   “Disiplini seven, yaratıcılığı beğenen ve gazetede milli günleri kaçırdığınızda fena halde eleştiren bir karaktere sahipti. Milli ve direniş günlerimizi kaçırdığımız, unuttuğumuz takdirde bizi fırçalardı ve ertesi günü telafi etmeye çalışırdık. Bir de Dr. Küçük’ün Türkiye’ye olan hassasiyeti vardı. Yani Kıbrıs davasının Türkiye’ye mal edilmesi konusunda büyük çaba harcadığı için mutlak surette gazeteyi kapatmadan önce Ankara Radyosu’nu dinlememizi isterdi. Ankara Radyosu’nun son haber bültenini dinleyip de ona göre manşeti hazırlamak gerekirdi. Bunu kaçırdığımız takdirde Doktor Küçük’ü tutamazdınız, öfkelenirdi, ‘bir kere daha olmasın’ derdi. Ondan sonra ‘hade birer kahve içelim’ diyerek, gönlümüzü alırdı
   Halkın Sesi, Dr. Küçük için üçüncü evladıydı, yani iki evladı vardı Pembe ve Mehmet Küçük... Ama Halkın Sesi’ni de üçüncü evladı gibi görürdü. Gazeteye uğramadan edemezdi. Herhangi bir köye gittiğinde veya bir yere davetli olduğunda döndüğünde yatmadan önce mutlak surette gazeteye uğrar ve o baskı makinesinin sesi kendisine yatağa girdiğinde ninni gibi gelirdi, rahat ettiğini söylerdi.”

14 MART’IN ÖNEMİ
   Halkın Sesi gazetesinin ilk sayısının çıktığı 14 Mart’ın, Dr. Küçük’ün doğum günü aynı zamanda Tıp Bayramı olmasının ise tesadüf olmadığına dikkat çeken Cemal, şunları kaydetti:
   “Herhalde isabetli bir tarih olarak gördü. Ortaköy’de bazı yakın dostları ile birlikte gazeteyi kurmayı karar verdiğinde bu tarihi seçmesinin elbette bir anlamı vardı. Hem kendisinin doğum günü, hem Tıp Bayramı bir doktor olması hasebiyle… O bakımdan böyle bir güne tesadüf etmesi rastgele değildir, bilinçli bir şekilde bu tarihi seçmiş olabilir diye düşünüyorum. Tesadüfe bakın ki ben de Halkın Sesi’nin kurulduğu yılda 1942’de dünyaya geldim.”

“BENİM HESABIMA FATURA ET”

   Dr. Fazıl Küçük’ün, adaya döndükten sonra doktorluk mesleğini icra etmeye başladığında, “İsviçre’den mezun” yazılı bir tabela astığını ifade eden Cemal, bunun sebebi şu sözlerle anlattı:
   “İngiliz hükümeti, o zaman İngiltere’den mezun olanları doktor kabul ederdi. Dr. Küçük de, kasıtlı olarak onu yazdı. Çünkü İngiliz Sömürge Yönetimi ile bir çatışması vardı. Malum Kıbrıs Türk halkını bilinçlendirme, uyandırma yönünden Türkiye ile ilişkilere önem veren bir liderdi. Anavatan Türkiye sevgisini aşılamaya çalıştı her yönden… O günlerde fazla doktor da yoktu ülkemizde ve sıraya girerdi hastalar. Reçete yazıp da parası olmayan insanlar için telefon açardı eczacıya ve derdi ki, ‘Benim hesabıma fatura et bunları’. Bilirdi insanların durumlarını, o zamanlarda fakirlik vardı çok.
   Soğuk bir gece bir kişi kapıya gelmiş Girne Caddesi’ndeki evlerine o zaman ve ‘eşim doğum yapmak üzere sancılıdır, ne olur Doktor gel’ demiş. Süheyla Hanım, ‘Gitme çünkü hiç belli değil EOKA’nın seni aradığı günler, bir şey gelir başına’ demiş. Dr. Küçük buna rağmen gitmiş. Çağlayan taraflarında bir yerde doğumu gerçekleştirmiş. Süheyla Hanım, Dr. Küçük geldiğinde paçalarının çamur içinde olduğunu söyledi, ‘ama Doktor’un keyfine diyecek yok, görevini yerine getirmenin mutluluğunu duyarak geldi’ dedi. Mesleğinde bu gibi şeylere çok dikkat ederdi."

“MASASINDA NORU HİÇ EKSİK ETMEZDİ”
   Akay Cemal, Dr. Küçük’ün, özel hayatında neleri sevdiğinden de bahsederek, şöyle konuştu:
   “Masasında noru hiç eksik etmezdi, hatırladığım kadarıyla. Dostlarıyla özellikle kritik zamanlarda bir araya gelmesi ve bir meyhane havasında buluşması onun yorgunluğunu giderir bir atmosferdi. Sık sık Gönyeli’ye Çavuş’un Yeri’ne, Selçuk’un Lokantası’na giderdi. Hamitköy’e de giderdi ama uzak köylere de gittiği olurdu. Paraşüt’ün Lokantası vardı, bir akşam ben gazeteyi kolayladıktan sonra Sami Taşarkan ile birlikte dedik, ‘biz de gidelim oraya’. Doktor, ‘İşinizi kolaylaştırınca gelin’ dedi. İkimiz birden gittik. Bir süre sonra rahmetlik Saffet Soykal da geldi, Halkın Sesi’nde gece editörü olarak çalışırdı. Doktor bozuldu, ‘sen görevli değil misin, ön sayfa çıktı mı’ diye sordu, Saffet Soykal, “Yok efendim’ dedi. Doktor da, ‘Çıkmadan niye geldin. Bekleyip, bitirmen gerekirdi’ dedi, Saffet Soykal’ın, ‘Efendim biraz sonra giderim tekrar’ demesiyle hava yumuşadı… Her köyde mutlaka tanıdıkları vardı ve onlara uğramadan edemezdi. Bu yönü halkla ilişkilerinde, ‘halkçı’ olmasında çok büyük rol oynadı. Süheyla Hanım’ın anlattığına göre bir yere gideceğinde, birkaç yere uğrar, kahve içer, sohbet eder, dertleri dinlerdi.”

“SAAT 13.00 İLE 16.00 ARASINDA KESİNLİKLE RANDEVU VERMEZDİ”
   Dr. Küçük’ün, sandalyede oturduğu meşhur bir fotoğrafı olduğunu hatırlatan Akay Cemal, o fotoğrafı Amerikalı bir fotoğrafçının çektiğini belirterek, sözlerine şöyle devam etti:
   “Halkın Sesi’nin tam karşısında Dr. Küçük’ün çok takıldığı, şakalaştığı kahveci Hüseyin Kuşo vardı. Etraftaki dükkanların sahipleri tavla oynarken, Dr. Küçük de seyircilerden biriydi. İki Amerikalı gazeteciye saat 16.00’da randevu vermişti. Dr. Küçük saat 13.00 ile 16.00 arasında kesinlikle kimseye randevu vermezdi yaz-kış… Muhakkak öğle yemeğinden sonra 1-2 saat kestirirdi. Randevu verdiği Amerikalılar Türk kesimini gezerler ve tavla oynanırken Dr. Küçük’ü de görürler ama tanımazlar tabi ki, fotoğraflarını çekerler… Amerikalı gazeteciler, saat 16.00’da Dr. Küçük kendilerini kabul ettiğinde birbirlerine bakmışlar ve ‘Bu kahvehanede gördüğümüz kişi değil mi? Cumhurbaşkanı Yardımcısı?’ diye sormuşlar, hayret etmişler.
   Dr. Fazıl Küçük bizi riskli görevlere gönderdiğinde çok merak ederdi. Yaz ise gazetenin önünde kaldırımda gider, gelirdi. Yunan cuntası ile EOKA-B darbe yaptığında 15 Temmuz 1974’te kapılar kapalıydı ama ikinci günü Dr. Küçük, ‘Rum kesimine geçer misiniz?’ diye sordu. Darbe ve Nikos Sampson başkanlığında oluşturulan yeni hükümetin üyelerinin fotoğraflanması için… ‘Geçer misiniz’ diye sorduğunda bu bizim için emirdi. Yanımda Reşat Akar, Yücel Hatay ve rahmetlik baskıcı İsmet Ernaz vardı. İsmet’i, Rumcayı çok iyi, su gibi bildiği için almıştık yanımıza, ne olur ne olmaz diye... Geçtik Ledra Palace’tan sonra Markos Drakos'un heykeli var orada onun yanında kendinden uzun Çekoslovak silahı tutan bir Rum Milli Muhafız Ordusu askeri, 'Nereye?' diye sordu bize, dedik ki, ‘Nikos Sampson’un gazetesine gidiyoruz, Mahi gazetesine, bizi Dr. Küçük gönderdi yeni bakanların fotoğraflarını çekeceğiz’, bunun üzerine ‘buyurun geçin’ dedi. Geçtik, daha sarayda yangın devam eder, tanklar falan... Mahi gazetesine gittik, Rum meslektaşlar hayret etti oralara nasıl geldik diye... Fotoğrafları aldık ve geri döndük. Döndüğümüzde baktım Dr. Küçük kaldırımda gidip, gelirdi. Sağ, salim geldiğimize çok sevinmişti, ‘Hade gelin birer kahve içelim, ısmarlayım size”.
  

“KÜÇÜK’ÜN BENCE EN BÜYÜK HİZMETİ TÜRKİYE’DE YAPTIĞI MİTİNGLERDİ”

   Dr. Fazıl Küçük’ün, bence en büyük hizmeti Türkiye’de yaptığı mitinglerdi” diye konuşan Cemal, şöyle devam etti:
   “Ankara’da Kıbrıs’taki gelişmeleri Türk hükümetine anlatabilmek için haftalarca otel köşelerinde kaldı, sırf hükümetten randevu alabilmek için ama kolay değildi o günlerde, şimdiki gibi siyaset güdülmemekteydi. Yani Kıbrıs, İngiliz Sömürge İdaresi’nde olduğu için Dr. Küçük’ü kabul etmekte bir tereddüt vardı. Kıbrıs davasını Türkiye’ye mal edebilmek için, uğraşı hep o yöndeydi Doktor’un ve kolay kolay randevu alamayınca bu kez Türkiye’nin belli başlı gazetelerinin Ankara büroları şefleriyle yakın ilişki kurdu. Onlar da Türkiye’deki üniversiteli gençlerin örgütleriyle bir araya gelerek, Edirne’den Ardahan’a, Kars’a kadar Kıbrıs mitingleri başladı ve Türkiye’de büyük yankı yarattı. ‘Ya taksim, ya ölüm’, ‘Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır’ şeklinde sloganlar atıldı. Dr. Küçük daha sonra Denktaş’ı ve Osman Örek’i de yanına alarak, konuşmalar yaptılar ve Kıbrıs davası, Kıbrıs’la ilgili sesler dalga dalga yayıldı bütün Anadolu’ya... Ondan sonra mecbur oldu hükümet Dr. Küçük’e hemen randevu verdi. Bu, Dr. Küçük’ün en büyük hizmetlerinden biri benim nazarımda.”

“ADNAN MENDERES ASILDIĞINDA AĞLADIĞINI GÖRDÜM”

   Dönemin Türkiye Başbakanı Adnan Menderes asıldığında Dr. Küçük’ün ağladığına tanıklık ettiğini ifade eden Cemal, o anları şöyle anlattı:
   “Menderes asıldığında, aynı odada oturuyorduk, pardösü giymişti ve pardösüyü çekti başının üzerine ağlıyordu. O kadar bir üzülmüştü. Çünkü Menderes’i çok severdi. Kıbrıs davasına olan katkılarından dolayı her zaman takdir ederdi.”

“PAPAZ YİNE SÖZÜNDE DURMADI”

   Akay Cemal, Dr. Küçük ile Makarios arasındaki ilişkiyi bir anekdot üzerinden değerlendirerek, şu ifadeleri kullandı:
   “21 Aralık olayları, Akritas Planı uygulamaya konulduğunda tabii ki daha Birleşmiş Milletler Barış Gücü de gelmemişti adaya, Rum tarafı bilinçli bir şekilde Enosis’i gerçekleştirmek amacıyla silaha sarıldı. Türk kesimi tamamen mermi yağmuru altında Dr. Küçük, Makarios’a telefon açtı ve ‘ateşkes’ için Baf Kapısı’nda polis karakolunda görüşme kararlaştırıldı. Baf Kapısı polis karakolu hep Rum, Dr. Küçük kendi arabasıyla yanında muhafızı rahmetlik İsmail Sadıkoğlu ve Kemal polis, ikisi de ellerinde birer silah mecburen... Dr. Küçük gider Makarios'la görüşmeye ve ateşkese varılır ancak dönüşün Ledra Palace kapısına gelindiğinde ateş yine başlar, mermi yağmuru... Dr. Küçük, 'Papaz yine sözünde durmadı' der. Güvenmezdi Makarios'a, ‘Bu papaz’ derdi ‘hiç sözünde durmaz’”.
   “Kıbrıs Cumhuriyeti” döneminde alınan tüm kararların Rum tarafının ekonomik yönden gelişmesiyle ilgili olduğunu, Türk tarafına gelince muslukların kısıldığını dile getiren Cemal, bununla ilgili Dr. Küçük ile Makarios arasında tartışma yaşandığını söyledi. Lefkoşa'nın Rum kesiminde kalan Eylence bölgesinde o dönemlerde Türklerin de yaşadığını ifade eden Akay Cemal, bir Türk'ün peynir fabrikası atölyesi kurma müracaatıyla ilgili Dr. Küçük’ün çıkışını şöyle dile getirdi:
   “Dr. Küçük, 'Bütün başvuruları Rumlar olduğunda kabul edersiniz ama bir Türk'ün fabrika kurmasına müsaade etmezsiniz' deyip, yumruğunu masaya vurarak, izin aldığını bize anlatmıştı.

   Sorunlar çözülürse insanlarımız rahat eder ve bu Cumhuriyette böylelikle devam edip, gider' demişti Dr. Küçük. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yaşaması gerektiğini ama adil bir şekilde, adil paylaşımla bunun gerçekleşebileceğini Makarios'a sık sık hatırlatırdı. Maalesef o dosyalarda yazılanlara Makarios itibar etmedi. Çünkü onların derdi, imanı adayı, Yunanistan'a ilhak etmek olduğu için es geçtiler”.

“TEMELİ ATAN, HALKI BİLİNÇLENDİREN BAŞTA O GELİRDİ”
   “KKTC’nin kuruluşuna katkısında en ufak bir kuşku yok, çünkü temeli atan, halkı bilinçlendiren başta o gelirdi. Rauf Denktaş, Osman Örek, Fazıl Plümer, Niyazi Manyera, Orhan Müderrisoğlu, Ümit Süleyman Onan isimleri saymakla bitiremeyiz, katkılarını önemsemek gerekir” diyen Cemal, şu ifadeleri kullandı:
   “KKTC’nin kuruluşunda artık Doktor oldukça rahatsızdı, sağlık yönünden… Böyle olmasına rağmen Meclis’e gitti ve bu olayı yaşadı. Denktaş ve Osman Örek ile birlikte el kaldırıp, halkı selamladılar. ‘Artık ölsem de gam yemem’ sözü çok önemli ve anlamlıdır. Yani 'Ben bugünleri de gördüm. Başlattığım bir hareket vardı, bu yol takip edildi ve bugünlere kavuştuk' anlamındaydı. Zaten bir süre sonra da hayata gözlerini yumdu. KKTC’nin ilan edilmesinden önceki son gece toplantıya davet edildiğinde sadece bir soru sordu ki o hâlâ geçerlidir; ‘Elektrik sorununu hallettiniz mi?’ dedi. Öyle ileri görüşlü biriydi. ‘İlan edeceksiniz ama Rum size elektriği kestiğinde ne yapacaksınız?’ bunu sormuştu.  

   Hakkı Atun Bey, ne yapılacağı konusunda Dr. Küçük ile görüştüğünde, Doktor, ‘Tereke henüz karar vermiş değildir ama bizim ailenin Göçmenköy’deki arsalarına göçmen evlerini yapın’ dedi. Tabii orada başkalarının da arazileri vardı ama daha büyüğü Küçük ailesinindi. Bugün trilyonlar eden arsaları bir çırpıda göçmen evleri yapılması için verebilecek babayiğit bulunur mu? Bunları unutmamak lazım, bu çok önemli bir fedakârlıktı”.


“ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNİUYGULAMAKTA ÖNCÜLÜK ETTİ”
   “Dr. Küçük katıksız bir Atatürkçüydü” vurgusu yapan Akay Cemal, şunları kaydetti:
   “Atatürk ilke ve devrimlerini uygulamakta öncülük etti. Mutlak surette Türkiye’ye bağlılık, Anavatan Türkiye sevdasının aşılanması gerektiğini öğretmenlerle oturur, konuşurdu. Zaten 1950’li yılların sonlarına doğru ve 1960’larda Türkiye’den gelen öğretmenler hep bilinçli vatansever öğretmenlerdi. Türkiye ile ilişkilerin her ne olursa olsun bozulmaması, aksine daha da iyileştirilmesi yönünde adımlar atılması gerektiğini her fırsatta dile getirirdi.”

“KENDİ KENDİNE MUHALEFET EDEN BİRİYDİ”
   Dr. Küçük’ün, Cumhurbaşkanı Yardımcısı görevinde olduğu zaman bile “kendi kendine muhalefet eden biri” olduğuna dikkat çeken Akay Cemal, şöyle konuştu:
   “Beğenmediği bir konuda gazetede eleştiri yapmak ve uyarmak onun için bir zevkti. Bir defa halkçılığı en başta gelir. Birlik ve beraberliği gerek yazılarında, gerek konuşmalarında dile getirmesi en önemli konuydu. Bugünlere gelebilmişsek ancak birlik ve beraberlik sayesindedir… Cumhurbaşkanı Yardımcılığından ayrılmasıyla bir mutsuzluk duyduğunu ben sanmıyorum. Toplumun bilinçlenmesi, kendi idaresi ve bayrağı altında yaşama kavuşması en büyük dileğiydi. Liderlik değişebilir ama halkçılık, halkın içinden biri olmak durumu bambaşka bir şeydir. Gazetecilikten çok yazarlık tarafı ağır basardı Dr. Küçük’ün. Yazılarını eski Türkçe yazardı. Ondan sonra çağırır beni, ‘Al o daktiloyu da gel’ derdi. O söyler, ben yazardım ve yazdıktan sonra okurdum. ‘Bazı kelimeler çok eski kaldı acaba yenisini koysak’ derdim kendisine… Herhangi bir yanlış anlamama olmamasına çok özen gösterirdi”.

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }