‘Çok gezen mi bilir, yoksa çok okuyan mı?’ diye müthiş bir soru vardır. ‘Çok gezen tabii’ diye de yanıtı hazırdır. Tabii üşenen ya da gezemediği için yerinde sayıp okumayı da tercih etmeyenlerin karşı argümanı vardır. O da, ‘Çok gezenin ayağına b*k bulaşır’ diye.
Elbette ayaklarımıza bulaşanların yanı sıra, okuduklarımız ile gördüklerimizi sentezlediğimizde ortaya bir şey çıkıyor. Ama en önemli gösterge ve bilgi kaynağı, taksi şoförleri, ya da şoförler değil midir?
Gazeteci kısmı özellikle gittiği bir ülkede ilk önce taksici ile ahbap olur. Ondan daha iyi bilecek, daha basit bir ifadeyle anlayacak, daha güzel örneklendirecek birisini bulmak mümkün değil. O nedenle isterseniz, gittiğiniz ülkenin başbakanı, ya da en iyi üniversitenin en parlak profesörü ile konuşun, size taksici ya da şoförden daha doyurucu bilgi veremez.
Geçen günlerde Dubai’ye gittik ve Dubai Çikolatası gizemini çözdük ya, bu arada bizi sağa sola götürenlerle de sohbet edip Dubai’nin neden Dubai olduğunu anlamaya çalıştık.
“Bir Dubai’ye gitti habire yazıyor. Görgüsüze bak” diyenlere siz söylemeden ben yazayım.
Gelmek istediğim yere gelince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Az sabır.
Bizi bir yerden bir yere götüren Filistinli bir arkadaştı. Taksici değildi, şoför de değildi. Ama arabayı kullanıyor ve o ülkede uzun süredir yaşayan Filistinli genç bir profesyoneldi. Benim kutsal bilgi kaynaklarım arasına girmeye yetecek kadar kalifiyeydi.
Neden Dubai, Dubai oldu? diye sordum.
“Eğer bir gün ben Dubai’nin ayrıcalıklı yerlisi ile dahi bir itilaf yaşarsam, adaletin, haklıysam benim lehime karar vereceğinden eminim” dedi.
‘İşte adalet!’ diyor insan içinden. Sonra da, “Allah’ın Arabı, çölün ortasında adaleti sağlamış, biz ise sözüm ona Avrupalıyız, adaletin yerinde yeller bile esmiyor” diyor insan içinden ve içi burkuluyor.
Adalet, aslında yatırım iklimin en önemli unsurudur diyor ekonomistler. Eğer yatırımcı, bir ülkeye parasını koyacaksa, o parasının güvende olduğunu bilmek, hissetmek ister. Parasıyla ilgili çok fazla soru sorulmasını da istemez.
Dubai’nin nasıl Dubai olduğu sorusunun asıl yanıtı burada.
Şimdi gelelim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne.
Dışarıdan gelecek her türlü yatırımın cenneti olması gerekirken, bizi yönettiğini düşünenler, ya da yönetiyor taklidi yapanlar, burayı bir yatırımcı cehennemine çevirdiler.
Turizm, inşaat ve yükseköğrenim konularında uçmamız gerekirken, uçmamamız için herkes elbirliği yapmış durumda.
Yurtdışında yaşayan Kıbrıslı Türklerle ilgili oy kullanma konusunu yazdım dün. Hazır onlardan bahsetmişken, son 20 yılda İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı Türklerin birçoğunun yatırımlarını adaletsizliklerimizle iç etmedik mi?
Yatırım yapacak işadamının, önce rüşvet tezgahından geçirip, soyup soğana çevirmedik mi? Kolaylık vergilerini ödeyen kaldı, ödemeyen, ya da ‘yeter artık’ diyeni, harup posası gibi çiğneyip tükürmedik mi?
İçişleri Bakanı Dursun Oğuz inşaat sektörünün 100 milyon Sterlin kaybı olduğunu söyledi geçen gün. Sanki yasayı yapan kendi değilmiş gibi.
Erhan Arıklı en azından, “Hata yaptık. İçeriden dışarıdan inşaat sektörünü şamar oğlanına çevirdik” diyebildi.
Ama irili ufaklı yabancı yatırımcının, ülkemiz ile ilgili adalet duygusunun yıkıma neden olunduğunun kimse farkında değil.
“Ben paramı buraya yatırayım ama sizin hükümet yine yasa değiştirirse, param heba olur mu?” düşüncesini kafalardan silmek yine zaman alacak.
Bundan, Dubai’nin inşası için yeten zaman olan 20 yıl sonra, bir gazeteci Kıbrıs’a gelse ve Ercan’dan bir taksiye binse ve “Bu Kuzey Kıbrıs nasıl Kuzey Kıbrıs oldu?” diye sorsa; taksici arkadaş, “Öyle bir adalet var ki, her yerden yatırım yağıyor, parayı nereye koyacağımızı şaşırdık. O nedenle bütün taksiler Bentley ve Rolls Royce’tur” mu diyecek, yoksa, “Bu ülke öyle hükümetler gördü ki, yatırımcıyı soyup gönderdiler. Yerli yatımcıyı da bitirmek için yasa üstüne yasa çıkardılar. Adalet yok, rüşvet gırla. O nedenle taksiler 50 yıllık” mi diyecek? Bilmiyorum ama çok da parlak olmayan bir fikrim var.