Alışmak mı, duyarsızlaşmak mı, yoksa umursamamak mı?

Abone Ol

   Sevinç, keder, üzüntü, mutluluk, acı çekmek, iyi hissetmek…tümü de, insan insan olalı beri yürüdüğümüz yoldaki eşlikçilerimiz.
   Yüzyılımız ise geçmişte olduğu gibi savaşlarla, katliamlarla, salgınlarla bayrağı devralmış görünüyor. Üstelik, terörizmin kabul görmeye başladığı, ekonomik sınıf farklarının ortaçağ algısına doğru koşturduğu bir çağda gibiyiz.
   Albert Camus; 20nci yüzyılı korku çağı olarak adlandırmıştı. Elbette iki dünya savaşı yaşayan halkların kendilerini güvende ve değerli hissedeceği sistemler arayışını anlamak zor değil. Camus'ye göre, insanlar korku ve tehdit içinde yaşarken bile güvenebilecekleri, sığınabilecekleri, yeniden başlayabilecekleri "umutlarını oluşturan değerlere" güven duyarlardı.
   Peki bizim çağımız?
   21nci yüzyıl "Bilgi ve Teknoloji Çağı" olarak adlandırılıyor. Her alanda özellikle yapay zeka konusundaki baş döndürücü değişimleri anlamak ve yorumlamak için oldukça çaba göstermek gerek. Her an değişen, yenilenen ve  yaşam alanlarımızı etkileyen sistemler;  mahremiyet kavramını daralttıkça daraltıyor ve biz gelişme deyip geçiyoruz. Kişisel özgürlük alanlarının deşifre edilmesi, -başımıza gelmedikçe- umurumuzda olmamaya başladı.
   Bunların yanında bu çağın insanları, bilimsel ve teknolojik gelişmenin getirileri ve zararları dışında da çok şey yaşıyor.
   Yüzyıl başlayalı sadece 22 buçuk yıl oldu.
   Bu kısa zaman diliminin içine, nice suikastlar, terör saldırıları, savaşlar, masum ve korumasız insanlara yönelik bombalama eylemleri, cinayetler girdi.
   Batıya doğru akan kitlesel göç hareketleri "evrensel değerler" dediğimiz insani değerleri çok da kaale almadı. Hatta bazı ülkeler, sosyal yapılarını korumak adına, göçmen gemilerindeki insanların yok oluşlarını, kıyılarına vuran her yaştan cesetleri görmezden geldi.
   Çok fazla insanı yaşamdan koparan salgınlar, doğal afetleri de unutmamalı.
    Belli ki binlerce yıldır yaşananlara benzer fakat bir o kadar da farklı bir şeyler oluyor.
    Galiba, bu yüzyılın insanları, bir şeyler kaybediyor.
   Umudu ve güveni besleyen; insani değerlerdir. Vicdan, akıl, hoşgörü, paylaşmak, yardımlaşmak, duyarlı olmak, birlikte yas tutmak…
   Bunların yerine arsızlık, bencillik, kurnazlığın akla ve duyguya egemenliği geldi.
   Bu elbette birden bire olmamıştır.
   Yavaş yavaş alıştığımız her şey, önce duyarsızlaştırır sonra unutturur.
   Kıyıya vuran cesetleri izlerken yemek yemeye devam edilir, örneğin. Masum insanlara yönelik bir bombalı saldırı, başka bir yerde olduysa pek de gündeme alınmaz. Bir kadın katledildiğinde, "acaba ne yaptı" diye sormaya başlanır. Hatta bazı terör saldırılarına, "özgürlük adına, mecbur kaldılar" diye yorum yapılır. Birilerini zengin eden kumdan evler, birilerine mezar olur. Timsah gözyaşları, hepimizi ıslatır.
   Ve bir bakarsınız ki, şiddet her yerde. Her türlü şekilde.
   Alışmak ve duyarsızlaşmak; kötülükle beslenen iyi insanların yolun sonunda bulduklarıdır. Saldırganlık, ihmalkârlık, sahtekârlık ve şiddetin her türlüsüne maruz kalan bu insanlar; önce etkilenir, örselenir hatta ruhsal acıların derinliklerinde var oluş savaşı verir.
   Ve sonra, acı veren uyaranlarla karşılaştıkça duyarsızlaşan laboratuar denekleri gibi, uyuşurlar. Her şey normal gelmeye başlar. Yoksullaşan mutfaklar, şiddeti körükleyen yaptırımlar, başkalarına ait olanları gasp etmeler…
   Genel geçer doğruların çıkarlar için değiştirilmesinin mubah olduğuna kanaat getirildiğinde, bizden önceki yüzyıllardaki kara sayfaların bile insandan alamadığı değerleri kaybetmekle karşı karşıya kalırız.
   Duyarsızlaşma, çok örselenen bir duygusal yapıda geçici olarak görülebilir ve iyileştirici olabilir. Bir süreliğine. Yorgun, tükenmiş kişiler, kendilerini toparlayıp ayağa kalkıp, insanca yürüyüşlerine başlayana kadar. Bir noktaya kadar normal yani. Hatta yaşamaya, davranmaya ve duyumsamaya devam etmek için gerekli.
   Ama bu geçerli ve daimi değer olursa, işte o zaman, duyarsızlık o kokutucu kabusa dönüşür: Aldırmazlık, acımasızlık, umursamazlık.
   Yeni yüzyılın egemen değerleri, bu zararlılar olursa, tekerlek dönmeye devam eder mi?
   Gelecek nesillerden söz etmek, onlara aktarılacak miras hakkında düşünmek mümkün olur mu?
  

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }