Parantez açalım, sevgili Baturay trafik belasına çözüm için ‘Trafik seferberliği başlatılmalı, bir yerlerden tutmalı’ diyorsunuz, güzel diyorsunuz da biz çooook uzun yıllar bu seferberliği ısrarla dile getirdik, yüzlerce Trafik konusu makale yazdık, öneriler ibretlik olaylar ortaya koyduk, yönetimsel, sürücü ve yol güvenliği açısından eğrileri doğruları ve daha neleri evire çevire usandıracak kadar yazdık. Lakin, Trafiği yöneten resmi organların kimi sivil toplum örgütlerinin dümen suyuna girmesinden dolayı şova yönelik gösterilerin ötesine gidemedi, trafiğin kötü gidişine dur diyemedi. Maalesef bu dönemde resmi organlardan ziyade konu sivil örgütler öne çıktı. Bazı TV trafik programlarına talimatla telefonlarım bağlanmadı, görevliden açıkça bana ‘Seni programa bağlamayım diye talimat verdiler’ denmesi vs. İlgili Resmi organların yanı sıra bazı sivil kuruluşları da etkilediler. Anlayacağınız katkı koymaya kimseyi yanaştırmadılar. Kimselerin fikirlerine değer vermediler, haaaa ileriki yıllarda bu fikirleri kopyalamayı da ihmal etmediler ama. Trafik Çalıştaylarına aramadılar. Neden mi arasınlar, eee isteyen bir bilene sorsun.
Trafik hadiseleri (çok azına kaza denebilir) konusunda neyin ne olduğunu, nasıl olduğunu, niçin olduğunu, yapılması gerekenleri geçmişte yazdığım makalelerde belirttim. Çareler oradadır, başka yerlerde mumla aramaya gerek yoktur. Birileri konuştukça 2-3 kişi yollarda hayatını kaybediyor, ne yaşanmışsa ne yaşanıyorsa sorumluları, işte geçmişin o çürük temellerinin şova dönük gösterilerin müsebbibi ve buna fırsat verenlerdir. Sn Baturay, o çizdikleri çemberin içine kimseyi sokmadılar, çalıştaylarda bile ‘Elit çevreleri’ diyerek ceviz öyükler gibi öyüklediler davetlileri, trafikten anlayanları ayıklayarak, bilesin istedim. Emniyet Müdürüm rahmetli Ahmet Kunter de sormuştu bana Çalıştay nasıl geçti diye. Aramadılar dediğimde çok canı sıkılmıştı.
Köşe başlarında inci boncuk dağıtmakla, sağda solda ateş yakmakla, hurda arabalar teşhir etmekle, danışıklı dövüş bir birlerine başarı madalyaları armağanları vermekle ve trafikte hayatını kaybedenlerin isimlerinin yollara sokaklara konacağı TV ekranlarından canlı olarak salonlarda MÜJDE diye ilan edilmekle, kara nokta beyaz nokta arama şovlarıyla, aylarca gönüllü trafik müfettişliği oyalantısıyla boşa geçirilen zamanla, hurda araba teşhirleriyle, Devletin resmi organlarının perde gerisine çekilmesiyle zaman boşa harcanmakla trafik günden güne kötüye gitti. Yollarda gerekli trafik işaret, levha, ışıklandırma vs gibi güvenliği artıran tedbirlerle yatırımlar yapılmazsa, insanlarımızın fazlasında kendisine sonra diğerlerine saygısı yoksa, sabır hoşgörü, anlayış, düşünce ve trafik kurallarına riayet çok gerilerdeyse, cezalar caydırıcı değilse, Devlet-Halk işbirliği içinde olmaz herkes bildiğini okursa trafiğin düzelmesi mümkün değildir. Haaa, Trafikte işlenen suçların neredeyse tamamına yakınının bilerek işlenmekte olduğunu belirmekte yarar vardır, ki bu en kötü olanıdır, kuralları bilmemekten kötüdür. Zira kısa sürede kurallar öğrenilebilir, ancak kurallar bilindiği halde riayet edilmemesi psikolojik bir sorundur, daha zor düzeltilebilir, daha büyük sorundur.
Devlet-Halk işbirliğinde, halkı da trafik seferberliğine çekmek lazım desteğini almak lazım dedik, birileri karşı çıktı Devleti karıştırırsak siyaset karışır dedi. Zaten o dönemlerde Polis de Devlet de sivil örgütün gerisinde durmayı yeğledi. Zaman oldu sivil örgüt trafikten sorumlu gibi görüldü, kötü gidişatın sorumlusu diyerek istifa çağrıları bile yapanlar oldu telefonla TV canlı yayında. Yolları ışıklandırmanın, trafik hadiselerinin önlenmesine faydası olmadığını iddia edenler yıllarca itibar gördü, ekranlara çıkarıldı, danışıldı, trafiğin gidişatına yön verip bu günlere gelindi. Ölümlü trafik hadiselerinde Polis Trafik Müdürü, örgüt başkanını almadan olay mahalline gitmezdi, TV’ye açıklamayı da başkan yapardı. Yasalarla sarmalanmış ucunda ölüm, sakat kalma vs olan çok ciddi bir konu bu şekilde bu günlere taşındı ve gelinen noktada yollarımız ölüm saçan bir trafik maalesef.
Trafik, arabanın benzin pedalına bas da gitsin değildir. Dünyanın her açıdan en zor sosyal ve ulaşım gereksinimidir. Bir müzik korosunda şarkıcılar notaları aynen icra ederler, notaların dışına çıkamazlar. Trafikte de sürücüler, yayalar belirlenmiş kuralları aynen uygulamak zorundadırlar. Müzikte nota trafikte kural. Neden en zor dedim, Hakiminden hekimine, polisinden savcısına, öğretmenden öğrencisine, memurundan mühendisine, bakkalından kasabına, işçisinden bekçisine, okumuştan okumamışa velhasıl yelpaze geniş. İşte tüm bu çeşitli kesimler müzik korosunda olduğu gibi hiç aksatmadan trafikte de benzer uyumu sağlamak zorundadır. Sağlayabilir mi? Sağlamalıdır başka çare yok. O yüzden en zordur diyorum.
Geçtiğimiz yıl bu günlerde iki öğretmen sendikamız, Avrupa Parlamentosundan Rum milletvekilleriyle görüşüp Kıbrıslı Türklerin AB’ye katılımının kolaylaştırılması için yardım istemişti. Kıbrıs Cumhuriyetindeki ortaklık haklarımızı 59 yıldır işgalinde tutanların sümüğünü çekip medet umanların yaptığı Rumların statükosunu meşru sayıp kabullenmekti. Halbuki yapmaları gereken, masum Türk Halkına bunca yıldır yapılan haksızlıklara karşı dik durmak, dünyaya haykırmak, bu mücadelede ön saflarda yerlerini almak ve öğretmen camiasının geçmişteki gibi halkın öncüsü olmaktı. Sanki meşru temsilcilerimiz imiş gibi yardım istemek Helen yönetimini meşru KC olarak kabul etmektir, bizim de suçlu olduğumuzu tabii.
Şimdilerde Kıbrıs sorunu çözümü için ne yazık ki bu sendikalardan biri AKEL’i ziyaret edip ortak hareket etme, iki toplumlu ortak eğitim için birlikte hareket etme kararına varabiliyor. Ülkeye döner dönmez de bir Belediye Başkanını ziyaretle bu konuda destek alabiliyor. Her gün yollarda grevler eylemlerle hem çocuklarımızın eğitimine olumsuz yansıyor, ülke daha da sıkıntılara giriyor. Hükümetin, Devletin ve Anavatanımızın yetkililerine Askerine hakaretler, Meclise saldırı kırıp dökmeler, öğrencilerimizin bu yönde de menfi tutum ve düşünce içine girmesine, birlik ve bütünlüğün zarar görmesine, saygının güvenin zedelenmesine sebeptir. Öğretmenlerimizin haklı oldukları konuları da gölgeliyor. Ondan sonra da itibarımızı zedelemek isteyenler var deniyor. Hiçbir kimse öğretmenlik kurumunun itibarsızlaştırılmasını asla istemez. Zira geleceğimiz olan çocuklarımız öğretmenlerimize emanettir. İtibar yıpranmışsa halkımız kimlerin sebep olduğunu iyi bilmektedir ve tüm öğretmenlerimize şamil değildir.
Fabrikadan kaliteli yahut düşük kaliteli üretilen ürün misali. Okullarda öğrencilerimiz de buna benzer. Öğrencilerimizin başarısı öğretmenlerimizin başarısıdır, her şey öğretmenlerin elindedir, bunu kimse inkar edemez. Kimse bunu istismar etmesin. Ülkenin yükselmesi yahut tepe taklak gitmesi ellerindedir. O yüzden öğretmene, öğrenciye gereken değerin verilmesi, gerekli tüm imkanların sağlanması tartışılmazdır. Gelinen noktada camianın itibarı maalesef geçmiştekinin gerisinde olduğu bir gerçek. Ve sendikalar asli görevlerinin dışına çıkmayı, siyasete bulaşıp yanlış yollarda yürümeyi sürdürdükçe itibar zedelenecek, öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz ve ülkemiz hak etmediği halde bundan nasibini alacak. İçteki sıkıntıları yönetimsel hataları Ulusal Davamızla karıştırmak doğru değil.
Nerede 1955-58, 1963-1974 Var Oluş Mücadelelerimizin Milli ruhu, mihenk taşı, hürriyet-vatan sevdalısı, birlik-beraberlik timsali, başı dik vefakar cefakar çalışkan, özverili yürekli, Milli Davamızın öncüleri, halkın sevip saydığı öğretmenlerimiz? 1960-63 yıllarının halkın birlik beraberliğini pekiştiren öğretmenlerimizin çabası nerede? Aradaki fark büyük. Dediğimiz gibi halk kimler sorumludur biliyordur. Bana göre Öğretmenlik en itibarlı meslektir. Milletin rotasıdır, geleceğidir.
Yılların ağır topu sol siyasetçi, eşit egemen iki devletli çözüm olan Türk tezini dünyada benimseyen taraf yoktur, gerçekleşebilecek tez değildir. Altmış yıllık Kıbrıs sorunu BM ölçütleri uyarınca çözülecek diyor. Devamla, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi uyarınca Cebelitarık’tan Hindistan’a kadar Kuzey Afrika dahil bu bölgedeki 23 İslam ülkesinde Amerika’ya dost olmaları için Amerika’nın iç kargaşa çıkarıp, darbeler yaptırıp bölgeyi yeniden şekillendirmekte olduğundan ayrıca, Kafkaslarda, Latin Amerika’da, Çin, Taiwan, Rusya-Ukrayna vb ülkelerde de yeniden şekillenmelerin olacağını, olmakta olduğunu o yüzden Kıbrıs sorununun da mutlak surette BM parametrelerine dayalı olarak çözüme varılacağını belirtti.
Eeee Vallahi bravo, sol amma Emperyalist savunucusu, baskıların darbelerin destekçisi, ülkelerin bağımsızlığına karşı, kaba kuvvetin zorbalığın dünyada mutlak hakim olmasını ve olacağını öngörmekte. Soldan sağa atlamış, hem de en kabadayının büyük destekçisi, iç kargaşalıktan darbelere kadarını reva gören, dünyayı birden küçük yapana, Kıbrıs Türklerine de boyun eğdirtene kadar her türlü oyunları baskıları uygun bulan.
ABD dışişleri Bakanı, savaşın ne zaman biteceğine İsrail karar verir dedi. Aha size dünyadan daha büyük bir ülke daha. Hani nerede beşten de büyük olan dünya? Meğer gittikçe küçülüyormuş, zorbalık da büyüyor. Ben derim ki, her tarafı dökülmüş BM’ne, özellikle idareyi elinde tutan GK beşlisine tepki koymak için ve emirlerinde boynu bükük hiçbir ülke olmadığını göstermek için, dünyaya adaleti huzuru ve barışı sağlamak için, savaşlara son vermek için, herkesin her ülkenin eşit olduğunu göstermek için, adaletsizliklere katliamlara son verilmesi için tüm ülkelerin BM’deki temsilcilerini GERİ ÇEKMESİ çağrısını yapıyorum.
Konumuza dönelim, 18 Aralık 1963 gecesi arkadaşlarım Maraş’ta meydan dayağı yedi. Arkadaşlar birlikte giderdik o gece birkaç kişimiz gitmedik. 1963 Haziranda NKL bitirmiştim delikanlılık işte, hiç çekinmeden ertesi gece ilk akşam iki arkadaşla Palm Beach bölgesine gittik, şimdiki tenis sahaları olan tarafta banka oturduk. 5-10 dakika sonra AN002 Simca araba yanımızda durdu, sürücü yalnızdı ‘burada ne yaparsınız’ dedi, Rumca ‘otururuz’ dedim. Hızla otele doğru sürdü. Arkadaşlara ‘adam toplayacak kaçalım’ dedim.
Futbol sahası karşısı şimdi park yeri olan alan topraktı otlar dikenler belden yukarı, oradan koşardık. Sahil tarafından bir araba süratle sahaya taraf döndü, yattık. Araba dopdoluydu, yanımızdan geçip uzaklaşınca koşup yola çıktık. Canbulat Kapısına dönen kavşağa geldiğimizde arkamızdan araba ışıkları belirdi. Hendeğe yaklaştıydık, hisara el kol işareti yaptık çağırdık sanki birileri varmış. Kavşakta durdular, 5-6 kişi indi sopalarla, bağırdılar çağırdılar sövdüler, biz da onlara. Fazla yanaşamadılar çekip gittiler, biz de kaleye girdik.
20 Aralık ertesi gece gene üçümüz Mağusa kapısından köprüden çıktık Evkaf Apartmanlarına gidecektik. Ana yola geldiğimizde yaya iki polisle karşılaştık. Biri Hüseyin’di, yeşilgözlü derdik, Polis olduğumda Serdarlı’da birlikte çalıştık. Tanışıktık, geri kaldı yavaşça bana ‘nereye gidersiniz, sakın Maraş’a gitmeyin, bu gece bir şeyler olabilir, o Rum’dur tabancası var hepsine silah verdiler, Türklere vermediler’ dedi, yürüdü.
Apartmanlarda saatçi Niyazi beyin vitrinlerine bakarken ilerideki Polis Müdürlüğünden silahlar patladı, kaleye koştuk, bir anda halk Mağusa Kapısına toplandı, derken Polis Ali Cengiz perişan halde yalpalayarak şapkasız köprüden kaleye girdi. Türklerin hepsine ateş açtılar dedi. Bu sırada Sancaktar ortaya çıktı, halkı dağıttı. Oradan NK Meydanına gittik, ana baba günü. Dökmecioğlu’nun dükkanı önü yoğundu, Enver Yağcıoğlu’nun Enver Kotak’a ‘Eşrafı toplayalım’ dediğini duydum. Endişeyle meydanda sabahladık. İşte o gece Lefkoşa’da teyzemin oğlu Zeki ve yanındaki bayan Şehit edildi. Gündüzün Lise öğrencileri ve Atatürk Büstü Rum polislerince kurşunlandı, böylelikle ENOSİS hedefli Akritas planı uygulanmaya kondu.
Rum saldırıları ada geneline yayılıp ortak devletten kovulan Kıbrıs Türk halkı 11 yıl süren katliamlar, göçler, zulümler, endişeler, korkular ve sefaletle karşı karşıya kaldı. Lakin Garantör Anavatan Türkiye’mizin sert ihtarları, ültümatom ve zaman zaman uçaklarla polisiye müdahaleleri ayni zamanda her türlü yardım ve destekleri sayesinde yok edilmekten kurtulduk. 1974’e kadar bekledik, yılmadık inançla direnişi sürdürdük. hayatta kalmayı ayni zamanda Rum emellerine engel olmayı başardık.
Uzlaşmayan ve hayallerinden vaz geçmeyen ENOSİS’çi EOKA’cılar 15 Temmuz 1974’te Yunan Cunta askerleri birlikte ikinci darbeyi Cumhuriyete yapınca Garantör Anavatan Türkiye’miz meşru müdahaleyle adada bu günkü durumu sağladı, adaya barışı ve huzuru getirdi. Rum-Yunan’ın bu son büyük hatası olmasaydı bunca yıl içinde durumumuz ne olurdu, aklın alamayacağı bunca adaletsizliklerle vahşetin yaşandığı güzel dünyamızda? Heeey dünya ülke Liderleri, halklar barış, huzur, güven içinde adil, eşit yaşamak ister. Buna odaklanın gereğini yapın, yeniden yapılanın, Hürriyet için beşli çemberi aşın, yeni ve temiz dünya için.